KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİMİ

Kategoriler Dışındaki Genel Konularla İlgili Araştırma Yazıları.
Kullanıcı avatarı
Elan_Vital
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 1141
Yaş: 38
Kayıt: Pzt 09 Oca, 20:40

KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİMİ

Okunmamış mesaj gönderen Elan_Vital » Çrş 21 Mar, 19:34

KÜRESEL ISINMA VE İKLİM DEĞİŞİMİ

“Küresel ısınma” denince, bütün dünyada sıcaklığın sistematik bir şekilde artması
süreci anlaşılmaktadır. Bu yolla bir iklim değişikliği meydana gelmektedir. Çünkü sıcaklık
artınca buharlaşma artar, yağışlar ve hava hareketleri değişir. Küresel iklim değişikliğini;
belirli olmayan zamanlarda meydana gelen hava halleri değişikliği ile karıştırmamak gerekir.
Örneğin belirsiz zamanlarda veya herhangi bir mevsimde meydana gelen kuraklık (örneğin
bizde kış kuraklığı) veya yaz kuraklığı olan bölgelerde yağışlı yazlar olayı “hava değişikliği”
olarak nitelenir yani iklim değişikliği değildir. O nedenle son 10-15 yıl içinde, sıcaklığın
bütün dünyada sistematik olarak artışı, 1983 yılından itibaren ölçmelerle belirlenmiştir. Son
yüzyılın en sıcak ve en kurak yazları son 8 – 10 yıl içinde yaşanmıştır. Sıcaklık ölçümleri ile
elde edilen bu sonuçları, bazı buzul erime olayları da desteklemektedir. Örneğin, güney
kutbundan şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte buzul parçalarının koparak ayrılması,
İzlanda Buzul’larının son 30 yılda şimdiye kadar görülmeyen bir hızla erimeleri, Himalaya ve
Alpler’de cereyan eden buzul erimesi süreçleri gibi dünya üzerinde yaygın olarak görülen
süreçler “Küresel Isınma” gerçeğinin yadsınamaz kanıtlarıdır.
Bilim insanları, küresel ısınmada en etkili faktörün, “sera gazları” denen bazı gazların
son yıllarda atmosferde hızla artması olduğu üzerinde fikir birliğine varmışlardır. Başlıca sera
gazları; karbondioksit, metan, kloroflour karbon, ozon ve azot oksitleridir. Bunlar içinde
karbondioksit %50 ile en etkili sera gazı olarak bilinmektedir.
Küresel ısınmanın birçok olumsuz sonuçları olacağı tahmin edilmektedir.

Bunların başlıcaları şunlardır:

• Sıcaklık arttıkça yeryüzündeki karalardan ve su yüzeylerinden buharlaşma da
artacaktır. Bu da bazı bölgelerde aşırı yağışlara, bazı bölgelerde de kuraklığa neden
olacaktır.
• Kutuplardaki buzullar eriyecek, denizler ve okyanuslarda su düzeyleri yükselecek
ve taşkınlar, su basmaları ve seller meydana gelecektir.
• Siklon ve fırtına afetleri artacaktır.
Bütün bunlar bitkisel ürünler üzerinde olumsuz etki yaratacağı gibi, hayvansal canlılar
üzerinde de zararlı olacaktır. O nedenle bilim insanları tarafından, küresel ısınma ve iklim
değişimi, “yeni bir atmosferik tehlike” veya “artık dünyanın ateşi yükseliyor” şeklinde
nitelenmektedir. Bu ifadeler gelecek tehlikeler için bir uyarı olarak kabul edilmelidir.

Alınabilecek Koruma Önlemleri

Bilim insanlarının hepsi, fosil yakıt (kömür, petrol, doğalgaz, vb.) kullanımı yerine,
atmosferin karbondioksit yoğunluğunu arttırmayan yenilenebilir enerji kaynaklarından
yararlanılmasını önermektedirler. Bu konu, birçok Dünya Zirvesi Toplantıları’nda tartışılmış
ve uluslar arası protokol ve sözleşeler düzenlenmiştir (1992 Rio, 1997 Kyoto, 2002
Johannesburg gibi). Ayrıca karbondioksit harcayan yeşil örtünün, özellikle ormanların tahrip
edilmemesi, enerji tasarrufu sağlanması, enerji harcayan ev alet ve gereçlerinde standartların
geliştirilmesi, çarpık kentleşmeye son verilmesi de alınması gereken önlemler arasında
sayılmaktadır.


Sarsılmaz Benim Derinliğim: ama yüzen bilmeceler ve gülüşlerle parıldar...


Kullanıcı avatarı
Elan_Vital
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 1141
Yaş: 38
Kayıt: Pzt 09 Oca, 20:40

Okunmamış mesaj gönderen Elan_Vital » Çrş 21 Mar, 19:35

SU KAYNAKLARININ AZALMASI
Suyun Önemi
Bütün canlıların yaşamını sürdürebilmesi için mutlak surette suya gereksinimleri
bulunmaktadır. Bu gerçek, “susuz yaşam olmaz.” Özdeyişi ile ifade edilmektedir. Bütün
dünyada ve ülkemizde içilip kullanılabilecek su miktarı gittikçe azalmaktadır. Bunun başlıca
nedenleri aşağıda açıklanmıştır:
Su Kaynaklarının Azalmasının Nedenleri
• Dünya nüfusunun gittikçe artması, yaşam düzeyi yükseldikçe, kişi başına düşen su
kullanımının artması.
• Sanayileşmenin gelişimine koşut olarak su gereksiniminin artması.
• Sulanacak tarım alanlarının ve sulu tarımın gittikçe artması, sulamanın rasyonel
olmayan yöntemlerle yapılarak, su israfına neden olunması.
• Hızlı kentleşmeye koşut olarak su gereksiniminin artması.
• Fosil su rezervlerindeki suyun hesapsız bir şekilde kullanılması.
• Su kirlenmesinin gittikçe artması ve böylece kullanılabilecek temiz su miktarının
gittikçe azalması.
Alınabilecek Önlemler
• Barajlarda su toplama.
• Deniz suyundan tatlı su elde edilme yöntemlerini geliştirme.
• Su harcamalarında tasarruf etme, su harcayan aletleri standart hale getirme.
• Tarım sektöründe çok az su ile sulama yapacak yöntemleri geliştirme.
• Sanayi sektöründe çok az su harcama ile aynı üretimi gerçekleştirebilecek yeni
üretim yöntemleri bulma ve uygulama.
• Su israfını önleyecek yönetsel ve sosyolojik önlemler alma.
Sarsılmaz Benim Derinliğim: ama yüzen bilmeceler ve gülüşlerle parıldar...

Kullanıcı avatarı
Elan_Vital
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 1141
Yaş: 38
Kayıt: Pzt 09 Oca, 20:40

Okunmamış mesaj gönderen Elan_Vital » Çrş 21 Mar, 19:36

KÜRESEL ISINMANIN KANITLARI

Küresel ısınma olayı, genellikle fosil yakıt kullanımından meydana gelen yoğun
karbondioksit emisyonu (salınımı) ile özdeşleşmiş bulunmaktadır
Bu nedenle, böyle bir olayın varlığını kabul etme ve zararlarının önlenmesi, fosil yakıt
kullanımının kısıtlanması anlamına gelecektir. Bu ise, özellikle sanayileşmiş ülkeler
ekonomisi için çok yönlü olumsuz sonuçlar doğuracağından, bu ülkeler uzun süre küresel
ısınma olayını inkâr etmişlerdir. Daha sonraları, bilim insanlarının ortaya koydukları
kanıtlarla, böyle bir ısınma sürecinin başladığını kabul etmişler ancak, nedeninin fosil yakıt
olmadığına ait çeşitli savlar ortaya atmışlardır. Bu ekolojik afetin önüne geçmek için uğraş
veren bilim insanları, söz konusu bu savların doğru olmadığını somut örneklerle kanıtlamaya
çalışmışlardır. Bunların başlıcaları aşağıda verilmiştir.
• Son yüzyılın en sıcak yazları son 10 – 15 yıl içinde yaşanmıştır. Örneğin 1990’lı
yılların dört yılı içinde ölçülen sıcaklıklar (1991, 1994, 1995 ve 1998) meteoroloji
ölçmelerinin yapıldığı 1860 – 1996 yılları arasında ölçülen sıcaklıkların en yüksek değerlerine
sahiptir. 1998 yılında, son 1400 yılın en sıcak yılı yaşanmıştır (Kadıoğlu 2004). Son 15 – 20
yılda ölçülen küresel sıcaklıkların ortalaması ise, çeşitli özel yöntemlerle belirlenen son 600
yılın en yüksek sıcaklık ortalaması olarak hesaplanmıştır.
• Küresel ısınmanın çok önemli başka bir kanıtı da kutuplarda ve yüksek dağlarda
(Alpler, Himalayalar gibi) buzulların erimeye başlamış olmasıdır
Amerikan Kar ve Buz Verileri Merkezi (NSIDC) ölçümlerine göre, küresel ısınma ile
ilgili şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır (Hürriyet Gazetesi, Dış Haberler Servisi, 20.03.2002):
1) Antartika’da son 50 yıl içinde hava sıcaklığı 2,5°C artmış ve 7 dev buzul kitlesinin
alanı, 1974 yılından bu yana 13500 kilometrekare daralmıştır.
2) Yaklaşık 12 bin yıllık olduğu tahmin edilen 3250 kilometrekarelik, 200 metre
derinliğinde, 750 milyon ton ağırlığında buz kütlesi ana parçadan ayrılmış ve binlerce
aysberge bölünmüştür.
3) Larsen-B buzulu, son 5 yılda 5700 kilometrekarelik bölümünü kaybetmiştir.
• İzlanda Üniversitesi profesörlerinden Helgi Björnson, yaptığı araştırmalara
dayanarak, İzlanda’nın % 8’ini kaplayan ve kutuplar dışındaki en büyük buzul olan Vatna dev
buzulunun, 1930 yılından bu yana en yüksek erime hızına eriştiğini ve küresel ısınmanın
böyle devam etmesi halinde, bu dev buzulun 100 yıl sonra yok olacağını ve bütün İzlanda’nın
sular altında kalacağını, Ocak 2002 yılında bildirmiştir.
• Güney Kutbu’ndaki Thwaites büyük buzulundan 3400 kilometre karelik (Mayorka
Adası kadar) buz kütlesi kopmuştur (22.03.2002). Bu haber “Güney Kutbu eriyor” başlığını
taşıyordu (Cumhuriyet Gazetesi 22.03.2002).
Sarsılmaz Benim Derinliğim: ama yüzen bilmeceler ve gülüşlerle parıldar...

Kullanıcı avatarı
Elan_Vital
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 1141
Yaş: 38
Kayıt: Pzt 09 Oca, 20:40

Okunmamış mesaj gönderen Elan_Vital » Çrş 21 Mar, 19:37

KÜRESEL ISINMANIN EKOLOJİK SONUÇLARI

Küresel ısınma ve buna bağlı olarak meydana gelen iklim değişimi sürecinin
yaratacağı veya yaratmış olduğu ekonomik, ekolojik ve sosyolojik sonuçlar, dünyanın her
yerinde henüz tam anlamıyla yaşanmamıştır. O nedenle, bu sürecin potansiyel tehlikeleri tam
anlamıyla kavranılamamıştır. Ancak, bilim insanları yapmış oldukları araştırmalarda,
insanların bu tehlikelerle er geç karşılaşacağını ve bunların yaratacağı sonuçların neler
olabileceğini bilimsel verilere dayanarak açıklamaktadırlar. Bunlara ait bazı somut örnekler
aşağıda verilmiştir:
1) Sıcaklıklar artınca, büyük su yüzeylerinden (deniz, göl, baraj, akarsu vb)
buharlaşma artacak, toprak kuruyacaktır. Bunun sonucunda bölgesel olarak iklim değişecek,
tarımsal ürünler ve ormanlar zarar görecektir. şöyle ki;
• Büyük su yüzeylerine yakın yerlerde hava nemi ve buna bağlı olarak yağışlar
artacak, sel afetleri meydana gelecektir.
• Karasal kısımlarda ise toprak suyunu kaybederek kuraklaşacak, tarımsal ürün
verimi azalacak, ormanların alanı daralacak, hidrolojik enerji üretimi düşecektir.
2) Buzullar eriyecek, bunun sonucunda göller, denizler ve akarsularda su düzeyi
yükselecek, kıyı bölgeleri sular altında kalacaktır, sel afetleri yaşanacak ve toplumsal göçler
başlayacaktır. Bunun somut örnekleri son yıllarda İngiltere, Almanya ve İtalya’da
görülmüştür. Bu ülkelerde meydana gelen sel afetleri son 50 yılın en büyük sel afetleri olup
İngiltere’de 1 milyar, İtalya’da (2000 Ekim ayında) 1,5 milyar Euro tutarında zarar meydana
gelmiştir. Ayrıca 1994 Kasım ayında İtalya’da meydana gelen sel afeti 64 can; 1991 yılında
Çin’de meydana gelen sel afeti 3074 can, ayni ülkede 1994 baharında meydana gelen sel
afetleri 1846 can almıştır. Bunun yanında milyarlarla ifade edilen maddi zararlar meydana
gelmiştir.
2002 Ağustosunda Almanya’da yaşanan sel afetinin bilançosu da tüyler ürpertici idi
(Schayan und Stumpt 2002): 21 kişi sellere kapılarak öldü; on binlercesinin mekânları
boşaltıldı; binlercesi evsiz kaldı. 800 km uzunlukta nehir kıyısı boyunca dehşet yaşandı
En azından 25 milyar Euro tutarında maddi zarar meydana geldi. 740 km devlet
yolu ve 180 köprü şiddetli zarar gördü. Bazı kentler harabeye döndü. 50 000 asker ve gönüllü,
kurtarma ve selleri önlemede çalıştı. Bu sel afetini meydana getiren ve 1 hafta süren yağışı
bilim insanları şöyle değerlendirmişti: “Bu yaşananlar dünyadaki iklim değişiminin bize
kadar gelen çok az bir işaretidir. Bu olayın nedeni dünya çapındaki (küresel) ısınmadır.”
Ülkemizde de son yıllarda meydana gelen sel afetlerinin nedeni, hiç kuşkusuz aynı
nedenlerden kaynaklanmaktadır.
3) Dengesiz küresel ısınmalar hem sayı hem de şiddet bakımından son derece zararlı
kasırgalar yaratacaktır. Bunlara ait birkaç somut örnek aşağıda verilmiştir (Berz 1995).
• 1991 Mayıs ayında Bangaldeş’te meydana gelen “Adsız Siklon” 140 000 kişinin
ölümüne neden olmuştur.
• 1993 Mart ayında Kuzey Amerika’da meydana gelen “Kış Fırtınası” 246 kişinin
ölümüne neden olmuştur
• 2004 yılı boyunca ABD’de 1727 kasırga olayı yaşanmıştır. Tarihinin en sık
kasırgasını yaşayan ABD, bu kasırgalardan milyarlarca dolar zarar görmüştür.
• Küresel iklim değişimi, karalara ve sulara ait tüm ekosistemlerde şimdiden tahmin
edilmesi çok güç olan dengesizlikler meydana getirecektir. Canlı ve cansız çevrenin doğal
dengesi bozulacak, bu da canlıların temel yaşam süreçlerinden olan ekolojik çevrimleri
etkileyecektir. Tüm canlılar için temel ekolojik yaşam koşulları ortadan kalkacaktır. Örneğin
bitkisel planktonların zarar görmesiyle, dünya oksijen üretiminin % 50 – 60’ını sağlayan bu
kaynağın verimi ve üretim gücü ciddi anlamda düşecektir (Flavin 1996).
4) Küresel ısınma ile Sibirya ve Kanada’daki buzlu tundra toprakları çözünecek ve
bataklık haline gelecektir. Buralarda bol miktarda bataklık gazı (metan) oluşarak atmosfere
karışacak, artan sera gazları nedeniyle küresel ısınma daha da artacak ve böylece kısır
döngüye girilmiş olunacaktır (Mitscherlich 1995).
Örnekler daha da arttırılabilir. Ancak bu sınırlı sayıdaki örnekler bile, insanlığın karşı
karşıya bulunduğu ekolojik tehlike potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.
Sarsılmaz Benim Derinliğim: ama yüzen bilmeceler ve gülüşlerle parıldar...

Kullanıcı avatarı
Elan_Vital
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 1141
Yaş: 38
Kayıt: Pzt 09 Oca, 20:40

Okunmamış mesaj gönderen Elan_Vital » Çrş 21 Mar, 19:41

KÜRESEL ISINMA VE KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİNE KARşI
ALINABİLECEK ÖNLEMLER

Küresel ısınma nedeninin, tüm ülkeler tarafından atmosfere salınan sera gazlarından
kaynaklandığı hususunda bilim insanları ve ilgili uzmanlar fikir birliğine varmışlardır. Bu
nedenle, küresel ısınmaya karşı alınabilecek önlemler, sera gazları salınımının tüm ülkeler
tarafından azaltılmasıyla özdeşleşmiştir.
Ancak, sera gazları salınımına kısıtlama getiren fosil yakıtların kullanılmasının
azaltılması çok yönlü ekonomik sorunlar yaratmaktadır. İşsizlik, büyüme hızının azalması,
ticaret gelirlerinin düşmesi, alternatif enerjiler için yeni masrafların yapılması zorunluluğu,
vb. bu sorunlardan sadece birkaçıdır.
O nedenle fosil yakıt kullanımını azaltarak, küresel ısınma hızının düşürülmesi
önlemlerinin uygulamaya geçirilebilmesi bir dizi çalışma ve uğraşılar sonucu
gerçekleşebilmiştir. Bu sürecin 1988-2005 yılları arasındaki aşamaları aşağıda açıklanmıştır
(Çevre Bakanlığı 1993, Dunn and Flavin 2002, Schayan und Stumpf 2002):
• Birleşmiş milletler Genel Kurulu 1988 yılında, “İklim değişikliği, insanlığın ortak
kaygısıdır.” şeklinde bir karar almıştır (Karar no. 43/53). Aynı yıl BM Çevre Programı ve
Dünya Meteoroloji Örgütünün ortaklaşa düzenlediği, “Hükümetler Arası İklim Değişikliği
Paneli IPCC” yapılmıştır. Bu panelin değerlendirilmesi 1990 yılının Ağustos ayında bir rapor
halinde kamuoyuna açıklanmıştı.
• Aynı yıl (1990) İkinci İklim Değişikliği Paneli düzenlenmiş, söz konusu rapor
tartışılmış ve rapora son şekli verilmiştir.
• Bu rapora dayanarak BM Genel Kurulu “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini”
(UNFCC) hazırlamış ve bu BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992 yılı Rio Kalkınma
Konferansı’nda imzaya açılmıştır. Bu çerçeve sözleşmesi 1993 yılına kadar çok sayıda ülke
tarafından imzalanmıştır. Söz konusu çerçeve sözleşmesi bir yandan, sera gazlarının
atmosferdeki yoğunluklarını, “dünya iklimine insan eliyle tehlikeli etkilerde bulunulmasına”
engel olacak düzeylerde sabitlerken, öte yandan da ekonomik kalkınmanın devam etmesini
sağlama amacı taşıyordu. Sözleşme, birkaç temel ilkeyi esas almıştı (Dunn and Flavin 2002):
1) Yeterince bilimsel kanıt olmaması, bu alanda önlem alınmasına engel olmakta
kullanılmamalıdır.
2) Ulusların, “Ortak, ancak farklı sorumlulukları” vardır.
3) Geçmişte, iklim değişimine en çok katkıda bulunmuş olan sanayileşmiş ülkeler, bu
sorunun çözümünde başı çekmelidir.
4) Taraf devletlerin hepsi, sözleşmeyi uygulamak için yaptıkları faaliyetleri bildirme
konusunda taahhüde girerler.
5) Anlaşmaya taraftar devletler gönüllü olarak 2000 yılında sera gazı salınımlarını
1990 yılı düzeyine çekmeyi hedefleyecekler ve diğer ülkelere teknik ve mali destek
vereceklerdir.
• Bu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve sözleşmesine 188 ülke taraftar
olmuş ve bu sözleşme 1994 Mart ayında yürürlüğe girmiştir. Ancak, Türkiye bu 188 ülke
içinde yoktur. Çünkü Hükümetler Arası Görüşme Komitesi Mayıs 1992 New York
toplantısında Türkiye’yi yanlışlıkla hem EK-I listesine (ekonomisi geçiş sürecinde olan
ülkeler), hem de EK-II listesine (OECD ülkeleri) koymuştur. Türk hükümeti buna itiraz etmiş
ve bu itirazı ancak 2001 yılının 29 Ekim – 6 Kasım tarihinde yapılan Fas’ın Marekeş
Kentindeki 7. Taraflar Toplantısında görüşülerek bu hata giderilmiş ve ülkemiz bu durumu
BM’nin ilgili komisyonuna bildirmiş ve bütün formaliteler tamamlandıktan sonra Türkiye 24
Mayıs 2004 tarihinde “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi”ne 189. ülke
olarak katılmıştır.
• 1995 Mart ayında 120’yi aşkın çevre kuruluşu temsilcileri bir araya gelerek,
yeniden bir iklim değişikliği paneli düzenlemişlerdir. Bu panelde, Rio Zirvesi’nde
benimsenen hedeflerin ne dereceye kadar gerçekleştiği tartışılmıştır. Yapılan tartışmalar
sonucunda, 1994 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişimi Çerçeve Sözleşmesine taraf olan
ülkelerin taahhütlerini, yeteri kadar yerine getirmediklerine karar verilmiştir. Bu nedenle,
çerçeve sözleşmesine yasal olarak bağlayıcı bir protokol eklenmesinin zorunlu olduğu
kanaatine varılarak bir protokolün düzenlenmesi çalışmalarına başlanmıştır. Bu çalışmalar
sonunda 1997 Kyoto protokolü ortaya çıkmıştır.
• 1997 yılında 160’dan çok ülke temsilciliklerinden oluşan bilim adamları,
Japonya’nın Kyoto kentinde bir araya gelerek, küresel ısınma ve küresel iklim değişimi
olayının önlenmesinde, hiç değilse hızının kesilmesinde dünya ülkelerine yasal sorumluluk
yükleyen oldukça ayrıntılı bir rapor düzenlediler. Bunun adına, “Kyoto Protokolü”
denmektedir. Bu protokol yürürlüğe girdiğinde, protokolü imzalayan ülkeler şu yaptırım ve
koşulları kabul etmiş sayılacaklar, derhal uygulamaya geçeceklerdir:
(1) Gelişmiş ülkelerin herbiri, kendileri için belirlenmiş sera gazı salınımlarının
sınırları üstüne çıkmayacaklar,
(2) İklim değişimini önlemeye dönük politikalar geliştirilerek, bunları
uygulamaya koyacaklar.
(3) Enerji verimi ve tasarrufunu arttırıcı önlemler alınacaktır.
(4) Çöp ve motorlu araçlardan kaynaklanan sera gazı salınımlarını
sınırlandıracaklar veya azaltacaklar.
(5) Sera gazlarının atmosfere karışmasını önleyecek teknik tesisleri ve ormanları
koruyacaklar.
(6) Protokol hükümlerinin amacına ulaşmasını engelleyecek her türlü aktiviteleri
ortadan kaldıracaklar.
( 7 ) Sanayileşmiş ve gelişmekte olan ülkelere farklı sorumluluklar yükleyen bu
protokole göre, zararlı sera gazları salınımının 2012 yılında % 5,2 oranında azaltılmasıyla,
1990 yılındaki sera gazları salınım düzeyine indirilmesi sağlanacaktır.
( 8 ) Gelişmekte olan ülkeler ise, sera gazı salınımlarını izleme ve bunları azaltma
için gerekli ön hazırlıkları tamamlayacaklar ve bu husustaki faaliyetlerini BM ilgili
kuruluşlarına raporla bildireceklerdir.
• 1998 yılında hükümetler, protokol hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili kuralların
hazırlanmasına ilişkin bir takvim ve eylem planı üzerinde anlaşmaya vardılar.
• 2000 yılının 13-15 Kasımı’nda Hollanda’nın Lahey kentinde yapılan Altıncı
Dünya İklim Konferansı’nda hedeflere nasıl ulaşılacağı tartışıldı. Ancak, bazı önemli
hükümler üzerinde ABD ile AB ülkeleri anlaşamadı ve toplantı kesintiye uğradı. ABD
müzakerelerden çekildi.
• 2001yılının haziran ayında ABD dışında 178 devlet temsilcisi Bonn’da toplanarak
protokolün kurallarıyla ilgili temel konular üzerinde anlaşmaya vardı. 1988 yılından bu yana
dünyada yürütülen en yaygın araştırmayı yapan ve iki binden fazla bilim insanı ve teknik
uzmanların katılımı ile gerçekleşen “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Paneli”nin
sözkonusu bu 2001 yılı toplantısına ait raporda, insanlığın neden olduğu küresel ısınmanın
zaten başlamış bulunduğu ve sürecin hızla geliştiği vurgulandı.
• 2001 yılının 29 Ekim – 6 Kasım tarihinde Fas’ın Marekeş kentinde yeniden
toplanıldı. Bu toplantının amacı bundan önce üzerinde anlaşmaya varılan konuları
görüşmekti. Ancak, bu toplantıda da tam anlaşma sağlanamadı.
• 2002 yılının 2 – 4 Eylül’ünde Afrika’nın Johannesburg kentinde “Birleşmiş
Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi” yapıldı. Bu toplantı, yalnız küresel ısınma ve
küresel iklim değişiminin önlenmesi konuları için değil, çevre tahribinin önüne geçilmesi,
yoksullar ile varsıllar arasındaki uçurumun ortadan kaldırılması gibi konular da tartışarak,
uygulama için bir eylem planı hazırlanması amacıyla düzenlenmişti. Bu toplantıya ilişkin şu
bilgiler verilmekte ve değerlendirmeler yapılmaktadır (Wille 2002).
Nelson Mandella, Johannesburg’a ayak basar basmaz: “Küresel ayrıcalıklar sona
erdirilmelidir. Dünyadaki varsıllar ve yoksullar arasındaki uçurumun gittikçe artması, dünya
çapında bir skandaldır.” şeklindeki beyanatı ile toplantının bu konuya da eğilmesi için bir
mesaj veriyordu. Buna ek olarak yaptığı “Bundan on yıl önce Rio De Janeiro Dünya
Zirvesi’nde ortaya konan korkutucu bilançoda belirtilen ne iklim değişimi, ne de biyolojik
çeşitliliğin azalması durmadı; devam ediyor.” şeklindeki beyanatı ile de, zirvede konuşulup
tartışılması gerekli olan diğer konulara dikkat çekiyordu.
Gerçekten Rio Zirvesi’nden sonra geçen on yıl içinde olumsuz gelişmeler sürüp
gitmiştir. Örneğin çevre sorunları gittikçe artmış, küresel çapta ekonomik kalkınma için
hemen hemen hiç bir şey yapılmamış, yoksullar ile varsıllar arasındaki fark gittikçe
büyümüştür. İşin en üzücü yanı, bu sorunların çözümü için gösterilen çabaların gittikçe
yavaşlayıp azalmasıydı. Bu hususta şu tipik örnekler verilmektedir:

1) Rio Zirvesi’nde azaltılması kararlaştırılan sera gazları, tam aksine on yıl içinde %
10 oranında artmıştı. Ülkemizde de 1998- 2002 yılları arasında toplam fosil yakıt tüketiminde
% 10,7 oranında bir artış meydana gelmiştir (şekil 4). Buna koşut olarak da CO2 emisyonu
1997-2001 yılları arasında yaklaşık % 5,2 oranında artmıştır (DİE, 2003). Bunda, özellikle
linyit kullanan termik santrallerin payı büyüktür.
2) Doğal kaynakların taşıma kapasitesi aşılmıştı.
3) Biyolojik çeşitlilik ve ormanların korunmasından sözedilmez olmuştu.
4) ABD küresel ısınmanın önlenmesi anlaşmasını imzalamayacağını açıklıyordu.
Yukarıda sayılan sorunların çözülmesi ve aksaklıkların düzeltilmesi için Johannerburg
Toplantısı’nda kararlar alınmasına, eylem plânları yapılmasına karşın, bu toplantı da hayal
kırıklığı ile sona ermiştir. Gerçekten, 190 ülkeden katılan binlerce delege, uzman ve hükümet
temsilcileri bu zirvenin de başarısızlıkla sonuçlandığını ifade ediyorlardı. Bu toplantıya
gözlemci olarak katılanlar ve medya temsilcileri, bu başarısızlığın nedenlerini aşağıdaki gibi
açıklıyorlardı:
• Zirveyi politikacılar ve yöneticiler ele geçirdi ve kendi çıkarları doğrultusunda
yönlendirdiler. Bunun sonucunda da hazırlanan eylem plânı, çok uluslu şirketler ve bazı
hükümetlerin maddi çıkarlarına uygun biçimde değiştirildi.
• Zirveye 189 ülkeden katılan 100 hükümet ve devlet başkanı ile birçok kuruluşun
çoğunun liderleri şirket yöneticileri gibi davrandılar, böylece insanlığa ihanet ettiler.
• Bu zirvede insan hakları yerine şirket hakları tartışıldı.
• Yenilenebilir enerji ve uluslar arası çevre sorunlarının çözümü çalışmalarında da
zirveden olumlu bir sonuç alınamamıştır. Yaklaşık 100 ülke temsilcilerinin yenilenebilir
enerji kullanımının arttırılması için gösterdiği çabalar; ABD, Avustralya ve Kanada ile Arap
ülkelerinin oluşturduğu yadırganacak bir birlik (pakt) tarafından sabote edilerek, tüm
çabaların boşa gitmesi sağlanmıştır.
Sonuç olarak, bu dünya zirvesi ticaret firmalarının zaferiyle sonuçlanmıştır. Yol
ayrımı ve farklı toplumlar için bir başlangıç oluşturarak, hayal kırıklığı yaratmıştır. Ancak bu
zirvenin önemli bir yararı da olmuştur. Eğer bu dünya zirvesinde konular enine boyuna
tartışılmamış olsaydı, küresel ısınma ve küresel iklim değişimine ilişkin alınabilecek
önlemlere ait gerçekler ve ivediklerin önemini kavrama uzun yıllar ötesine atılıp ertelenebilir
ve böylece gelecek 50 yılda karşılaşılacak ekolojik afetlerin acı sonuçları çok daha büyük
olurdu.
Buraya kadar yapılan açıklamalarla, insanlığın ekolojik sorunlarına ve özellikle
küresel ısınma ve küresel iklim değişimine ilişkin, 10 yıllık yapıcı ve yıkıcı davranış ve
tutumlar otaya konmaya çalışıldı. İnsanların yaşanabilir bir dünya için bu derece karşıt tutum
ve davranışlarını anlamak gerçekten güçtür. Birçok hükümetler, ekolojik afetlere ait
potansiyel tehlikeleri bir türlü görememekte veya görmek istememektedirler. Onun içinde
“ekonomik kâr ve yararları”, “ekolojik yaptırımlara” yeğlemektedirler. Kanaatımıza göre,
sadece kendi toplumlarının yararını göz önünde tutan bu ülkeler şu şekilde bir düşünce
içerisindedirler:
Eğer sera gazlarının salınımını azaltmak için fosil yakıtların kullanımına (özellikle
petrol) sınırlama getirilirse bu sanayi ile ilgili tüm sektörlerde bazı değişimler zorunlu hale
gelecektir. Bu da bazı harcamaların yayılmasını, dolayısıyla kârların düşmesi sonucunu
doğuracaktır. Ayrıca bu sanayi ülkelerinin dünya pazarlarındaki yerleri sarsılacaktır. Buna ek
olarak ekonomik büyüme hızı da düşecektir. İşsizlik de artabilecektir. ABD, Japonya,
Kanada, Avustralya ve Rusya gibi ülkeler genellikle bu tür düşünceler içinde olduklarından,
uzun yıllar Kyoto Protokolünü imzalamamışlardır. Bu da protokolün yürürlüğe girmesini
önlemiştir. Çünkü protokolde şöyle bir madde bulunmaktadır. “Kyoto Protokolü’nün bütün
dünyada yürürlüğe girebilmesi ve gerekli yükümlülüklerin yerine getirilmesine
başlanabilmesi için bu protokolün, 1990 yılı zararlı sera gazı salınımlarının % 55’inden
sorumlu olan en az 55 hükümet tarafından imzalanması gerekmektedir.”ABD, dünyada
üretilen zararlı sera gazlarının % 36’sını (bazı kaynaklara göre %24’ünü) üretmektedir. Rusya
için bu oran %18 dir. İşte bu iki ülke 2004 yılına kadar bu protokolü imzalamadığı için,
yukarıda açıklanan yürürlük maddesi gereğince, Kyoto Protokolü yürürlüğe giremedi. Ancak,
Rusya 2004 yılı Kasım ayında bu protokolü onaylayarak, protokolün yürürlüğe girmesinin
önündeki engelleri kaldırmış oldu. Gerekli işlemlerin tamamlanmasından sonra bu protokolün
2005 yılının 18 şubat’ında yürürlüğe girmiş olduğunu iç ve dış basından öğrenmiş
bulunuyoruz. Böylece, bu konuda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere farklı sorumluluklar
yükleyen bu protokole göre, zararlı sera gazları salınımının 2012 yılında %5,2 oranında
azaltılmasıyla, 1990 yılındaki sera gazları salınım düzeyine indirilmesini öngören anlaşma
yürürlüğe girmiş oldu. Ancak, bugün gelinen noktada artık, sera gazları salınımlarını
engellemenin yeterli olmadığı ve belli ölçüde küresel ısınmanın kaçınılmaz hale geldiği
belirtilmektedir. Bu gerçeği, BM İklim Değişikliği Hükümetlerarası Panel Başkanı Rajendra
Pachanri Ocak 2005’te şu şekilde dile getiriyordu. “İnsan ırkının yaşamını sürdürme
kapasitesini riske atıyoruz.” Bu karamsarlığın nedeni olarak, dünyanın baş kirleticisi
ABD’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamaması gösteriliyordu. Bu nedenle de Kyoto
Protokolü’nün etkili olmasının beklenemeyeceği kanaatı belirtiliyordu.
Sarsılmaz Benim Derinliğim: ama yüzen bilmeceler ve gülüşlerle parıldar...


Kullanıcı avatarı
Elan_Vital
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 1141
Yaş: 38
Kayıt: Pzt 09 Oca, 20:40

Okunmamış mesaj gönderen Elan_Vital » Çrş 21 Mar, 19:48

KÜRESEL ISINMA VE KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİMİ SÜRECİNİN
EKOLOJİK DEĞERLENDİRMESİ
Küresel ısınma ve küresel iklim değişimi süreci, şimdiye kadar gerçekleşmiş ve
gerçekleşmekte olan ekolojik afetlerin en tehlikelisi olarak kabul edilmektedir. Bu olayın
önüne geçmek için gereken önlemlerin bugün alınması halinde bile, doğacak zararların önüne
geçilemeyeceği hususunda bilim insanlarının fikir birliğine varmış olmaları, bu olaya ait
potansiyel tehlikelerin ne kadar büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuda yıllarca
çalışmış bilim insanları ve uzmanların kanaat ve düşünceleri şöyle ifade edilmektedir: Küresel
ısınmaya neden olan sera gazları salınımı hemen durdurulsa bile gezegenimiz on yıllarca
ısınmaya devam edecek ve bu ısınmanın etkileri 50 – 100 yıl boyunca sürecektir.
İngiltere’deki Uluslar Arası İklim Konferansına sunulan raporda, geri dönülmez noktaya
yaklaşan küresel ısınmada meydana gelecek 1 – 3°C’lik sıcaklık artışlarının gelecek 100 yıl
içinde yapacağı etkiler şöyle sıralanmaktadır (2005 şubat – Dış Basın):
• 2025 yılına kadar Avustralya ve Güney Afrika Tropikal Ormanları yok olacak;
Akdeniz bölgesinde orman yangınları artacak, besin üretimi ve su kaynakları azalacaktır.
• 2050’de Avustralya’daki mercan resifleri yok olacak. Alpler’deki bitki ve hayvan
türleri azalacak, Çin’in büyük ormanları hızla ölecek, suların yükselmesiyle verimsiz ve kurak
hale gelen topraklardan göçedecek insan sayısı 150 milyona ulaşacak.
• 2070’te Kuzey Buz Denizi tüm canlıları ile yok olacak, Amazon Ormanları’nda
zarar geri dönülemez noktaya ulaşacak, 5.5 milyar insan gıda sıkıntısı çekecek.
Bu afetler dizisi, aşağıda belirtilen gerçeklere dayalıdır (Flavin and Dunn 1998).
1) İnsan aktivitesinden kaynaklanan ve atmosferde biriken en önemli sera gazlarından
karbondioksit, fosil yakıt kullanımı ile artmış ve gittikçe artmaya devam etmektedir.
2) Bir karbondioksit molekülünün atmosferdeki ömrü 50 – 100 yıl olarak tahmin
edilmektedir.
3) Küresel Karbon yayılımı 1996 yılında 6,2 milyar ton ile rekor düzeye çıkmıştı. Bu
miktar 1950 yılına ait CO2 yayılımının yaklaşık 4 katıdır.
4) Sanayileşmiş ülkeler, 1950 yılından bu yana atmosferde biriken karbon salınımının
% 76’sından sorumludur. Ulaşım sektörünün hızlı gelişim göstermesi, bu konuda büyük bir
paya sahiptir. Çünkü 1950 yılında 50 milyon olan motorlu araç sayısı, günümüzde 500
milyonun üzerine çıkmıştır. Aynı gelişim ülkemiz içinde geçerlidir.
5) Gelişmekte olan ülkelerde de elektrikli ev aletleri kullanımı artmış, motorlu ve
diğer teknik araç sayısı gittikçe çoğalmış ve bu yolla da karbon yayılımı katlanarak
büyümüştür.
6) Kyoto protokolünü hazırlayan bilim insanları, şimdiye kadar yapmış oldukları
araştırmalara dayanarak üç temel ilke üzerinde durmuşlar ve bu ilkelerin benimsenerek
uygulamaya konması için büyük çaba harcamışlardır.
Küresel ısınmayı ve buna bağlı olarak küresel iklim değişimini bir dereceye kadar
engelleyebilecek strateji olarak kabul ettikleri bu üç temel ilkeyi şu şekilde belirlemişlerdir:
- Bütün dünya için yaklaşık 200 milyar dolar tutarındaki geleneksel enerji üretim
kaynaklarını destekleme fonu azaltılmalı, karbon vergisi fonları, temiz enerji üretimi için
harcanmalıdır.
- Enerji kullanımında verimlilik ve tasarruf önlemleri alınmalı ve yaygınlaştırılmalı.
- Temiz enerji kaynakları bulunması ve kullanılmasını destekleyecek önlemler
alınmalıdır. Örneğin güneş, rüzgar, hatta deniz dalgaları enerjisinden yararlanılmalıdır. Bu
hususta Japonya’nın “Güneş Enerjisi Damlar Projesi” örnek olarak verilebilir.
Kyoto protokolünün uygulanması ile bu üç temel ilkeye dayanan sera gazları salınımı
önemli ölçüde azalacaktır. Onun için bu protokol tüm insanlığın umut kaynağı olmuştur.
Rusya’nın bu protokole 2004 yılında taraf olmasıyla, küresel ısınmaya karşı alınabilecek
önlemlerin önündeki engellerin kalkması nedeniyle, 2004 yılına bu potansiyel tehlike için
dönüm noktası olarak bakılmaktadır.
Kyoto protokolünün yürürlüğe girmesiyle insanlık küresel ısınma sonucunda meydana
gelebilecek ekolojik afetlerin bir dereceye kadar azaltılabileceğini ümit etmektedir. Ancak
alınan önlemlerin olumlu etkisi çok uzun yıllar sonra ortaya çıkabilecektir. Ayrıca dünya
üzerindeki bütün ülkelerin kendine düşen sorumluluk ve yaptırımları ne dereceye kadar yerine
getireceğini de zaman gösterecektir. Çünkü hükümetler, Kyoto Protokolünde taahhüt ettikleri
yükümlülükleri yerine getirmekte, bazı sosyal engeller (çarpık kentleşme, toplumun yaşam
düzeyini sürekli olarak yükseltme eğilimi, çevre tahribinin bir türlü önlenememesi, ekonomik
kâr ve yarar hırsının ağır basması vb.) nedeniyle zorlanmaktadır. Bazı bilim insanları buna ek
olarak, ABD’nin bu protokolü imzalamamasının, başarı umutlarını azalttığını ifade
etmektedirler. Bu umutsuzluklarını “Küresel ısınma sorununun çözümü için birçok
jenerasyonların çalışması gerekecektir.” şeklinde dile getirmektedirler. Çözüm içinde şu
anahtar bilgileri vermektedirler: “Sorunun çözümü için sadece bir tane sihirli değnek yoktur.
Çok yönlü politik önlem ve yaklaşımlar bu sorunun çözümü için uygulanacak en doğru
yoldur.” Bu yolda başarılı olabilmek için aşağıda açıklanan gerçeklerin hiçbir zaman gözden
uzak tutulmaması gerektiğini vurgulamaktadırlar.
• Küresel ısınma ve iklim değişikliği olayını artık geri çevirme olanağı yoktur.
Yapılabilecek tek şey, değişim hızını kesip ekstrem derecede zararlı etkilerden kurtulmak
olacaktır.
• Küresel ısınma olayının en tehlikeli yanı, bunun hızlı ilerleyen bir trene
benzemesidir. Frene ne kadar çabuk basarsanız basın, treni hemen durduramazsınız. Ne kadar
geç basarsanız o kadar çok yol alır.
• Gerekli önlemleri almada ve isteksiz davranışlarda, her ne kadar ekonomik
düşünce ve çıkarlar rol oynamakta ise de, bu tutum ve davranışların esas nedeni şudur:
İnsanların olayları kavrayabilmesi için mevcut bilgi düzeyleri ve yeteneklerinin, ekolojik
afetlerin gelişme hızının çok gerisinde kalmasıdır. Bunun da temelinde şu gerçek yatmaktadır:
Tüm canlılar için son derece tehlikeli sorunlar, farkına varılması genellikle en güç olan
sorunlardır.
Bütün güçlüklere ve olumsuz tutum ve davranışlara karşın, insanoğlunun geliştirdiği
teknoloji ile yarattığı bu potansiyel ekolojik tehlikeleri, yine kendi yaratacağı teknolojisi ile
önleyebileceğine olan inancımızı koruyarak, bu konuda beliren umut ışıklarının büyümelerine
yardımcı olmak, en doğru yol olarak görünmektedir.
Sarsılmaz Benim Derinliğim: ama yüzen bilmeceler ve gülüşlerle parıldar...

Kullanıcı avatarı
ölü huysuz
Mesajlar: 45
Yaş: 52
Kayıt: Prş 15 Mar, 21:50

Okunmamış mesaj gönderen ölü huysuz » Çrş 21 Mar, 20:12

BENİM EN KORKTUĞUM ŞEY.
[glow=red][shadow=red]1:SUSUZLUK
2:İKLİM BOZULMASI
3:HASTALIKLARIN ARTMASI
4:TOPRAKLARIN VERİMSİZ KALMASI
5:GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİNDE GIDALARIN FİYATLARININ ARTMASI.

KÜRESEL ISINMANIN YOLDA OLDUĞUNU BİLE BİLE HALA İSRAF YAPANLARIN SONUNU GÖRECEĞİM.BAKALIM SUSUZLUK NE İMİŞ GÖRECEĞİZ.KİMLER SU İÇİN BİRBİRLERİNİ ÖLDÜRECEK. ŞAKA GİBİ AMA BÖYE BİR DURUMDA HABERLERDE RADYOLARDA DUYACAĞIZ BÖYLE HABERLERİ.ALLAH GÖSTERMESİN HALİMİZ HARAP.
[/shadow][/glow]

Kullanıcı avatarı
gece_akrebi
Portal Yöneticisi
Portal Yöneticisi
Mesajlar: 5308
Yaş: 46
Kayıt: Pzt 17 Eki, 13:37

Okunmamış mesaj gönderen gece_akrebi » Prş 22 Mar, 00:58

doğanın hiç bir suçu yok, biz insanoğlu dünyanın içine ettik şimdi sonuçlarına katlanacağız. tedbir alsalar nolcak, yine insan bildiğini okuyacak.
bir yanımız ölüm bir yanımız düğün...

Kullanıcı avatarı
SelçukÖzcan
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 581
Yaş: 37
Kayıt: Çrş 08 Kas, 04:36

Okunmamış mesaj gönderen SelçukÖzcan » Prş 22 Mar, 02:16

Sigaraya karşı eylemler olurdu portalda hani. bunlar gibi doğanın düzenine müdahele etmeye de karşı bir şeyler yapsak nasıl olur.
Şunu bilmek gerekir ki, bu nesnel, gerçek bir zorluk ve de bunun üstesinden ancak bilimsel kesinlik ve soyutlama çıraklığı ile gelinebilir. Bu çıraklık eğitimiyse bir günde tamamlanmıyor.

Kullanıcı avatarı
onurxt
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 3446
Yaş: 45
Kayıt: Pzr 30 Eki, 23:42

Okunmamış mesaj gönderen onurxt » Prş 22 Mar, 10:23

Suçlu insanoğlu, cezayı çekecek olan ise tüm varlıklar.
İnsan çevreyi kirlettiği gibi temizlemesini de bilmeli, aksi takdirde çok geç kalınmış olacak.
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1. Asra andolsun;
2. Gerçekten insan, ziyandadır.
3. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (ASR SURESİ)

TheGirlofSuN

Okunmamış mesaj gönderen TheGirlofSuN » Prş 22 Mar, 12:12

Küresel ısınma tüm canlıların formlarında yaşam modellerinde gizli kalmış kodların açılmasına yol açacak bir dönüşüm ve değişimin aşamasından sadece biridir.

insan bedeninde hertür şifre kodlanmıştır. bu kodların anahtarı ise yaratıcıdadır. anahtarı almak için yola çıkmanız lazım. bence artık ne oturmak ne okumak ne de başka bir şey bu süreci farklılaştırmaz.

huysuzun da dediği gibi açlık, susuzluk ve hastalıklarla boğuşacak olan insanlık o durumda ne masabaşı iş yapmayı ne okula gitmeyi ne bilgisayar kullanmayı düşünür..

insanlık ilk önce kendinde bulunan enerji kaynaklarını ortaya çıkartmalı, bunun için bol meditasyon yapmalı, olumlu düşünmeli, önce kendi bedeninde topladığı negatif enerjiyi dünya üzerinden pozitif enerji ile dengeleyip kaldırmalı... ortaya ne kadar çok pozitif enerji yayan insan kaynağı çıkarsa bu geleceği dünyayı ve evreni de sevgi, mutluluk haline getirir..İnsan bedenindeki enerji kaynakları evrenden ona gelendir zaten.. evren bir araçtır, amaç değildir. onunda üzerinde yaratıcı vardır...

bu değişim için korkmayın, çıldırmayın, ama hazır olun... ruhsallığınızı koruyun, sakin olun ama hazır olun...

içinizde kendinizde daha çok sevgi tutun, daha çok sevindirin, daha çok mutluluğu yaşayın, daha çok sakin kalın, huzur bulun, barış içinde durun...

bir ve tek tek ne yaparsanız yapın benim sizi sizin beni onu şunu herkesi etkilediğinizin dönüştürdüğünüzün farkında olun...

işte yapmamız gereken iş bu..

Kullanıcı avatarı
onurxt
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 3446
Yaş: 45
Kayıt: Pzr 30 Eki, 23:42

Okunmamış mesaj gönderen onurxt » Prş 22 Mar, 12:21

Teşekkürler TheGirlofSuN. Gayet açıklayıcı bir yazı olmuş.
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1. Asra andolsun;
2. Gerçekten insan, ziyandadır.
3. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. (ASR SURESİ)

POİSON

Okunmamış mesaj gönderen POİSON » Cum 23 Mar, 10:34

geçen günler, hintli kadın yazar,vandana shıvanın,su savaşları adlı kitap ını okudum.15 yıl sonra pekte iç açıcı bir durum yok.
ama şunu belirtmek isterim.ne yapıyorsak kendimize yapıyoruz.

Kullanıcı avatarı
akrepakrep
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 698
Yaş: 47
Kayıt: Pzt 19 Mar, 18:19

Okunmamış mesaj gönderen akrepakrep » Cum 23 Mar, 10:42

bir gün gelecek ki: insanlar aç ve susuz kalacak. yaklaşık 20-25 yıl sonra okyanusun birine göktaşı düşecek ve sular taşaıp milyarlarca canlı yok olacak. sonra tüm teknoloji de yok olacak. yeni nesil ilkel bir çağla hayata başlayacak. geriye ise sadece bir kaç kanıt kalacak (öncenin günümüzdeki kanıtları pramitlerdir) bi konuşmada dinlemiştim. yorum sizin.
KARDA İZLER BIRAKIYORUM...

POİSON

Okunmamış mesaj gönderen POİSON » Cmt 24 Mar, 10:02

bu olaytı maymunlar cehenneminin ilk versiyonunda görmüştüm: )

aslında bu en büyük teknolojinin,bir zamanlar olduğunu,
ve bizim bu süreci yeniden yaşadığımızı gösteren bir takım manyetik alanlar var.biz bunları tam anladığımızda bir kez daha yok olacağız belki de: )
bizden sonrakiler bu geride kalan,teknolojiye ait kalıntıları yeniden çözebilecekmi.
bence hayır,ilkel bir vaziyette başlanıp bu sürece kadar yeniden gelinecek belkide..
yada ışık yılı dediğimiz zamanın,daha farklı tabakalarında olacağız.


Cevapla

“Araştırma Genel Konular” sayfasına dön