WHORF VARSAYIMI

Kategoriler Dışındaki Genel Konularla İlgili Araştırma Yazıları.
Demiurgos

WHORF VARSAYIMI

Okunmamış mesaj gönderen Demiurgos » Cum 15 Haz, 12:59

WHORF VARSAYIMI (HİPOTEZİ)

Yakın dönemlerde, insanı konu edinen bilimlerdeki gelişmelerden yana, geçenlerde yitirdiğimiz Benjamin Lee Whorf'un görüşleri ölçüsünde dikkatleri üzerinde toplayan ve tartışmalara yol açanını hatırlamıyorum. Whorf'un Varsayımı şudur:

İnsanın bilişsel/iletişsel süreçlerinde ortak ve evrensel bir mantık dokusunun var olduğu, bunun dil ve iletişim ortamlarının dışında ve onlardan bağımsız olduğu yolundaki yaygın inanış yanlıştır. ...Kişinin dünyayı nasıl algılayacağını, ona ilişkin neler düşüneceğini, konuştuğu dilin örüntüleri (kalıp ve kuralları) biçimlendirir ve koşullandırır. Bu örüntüler dilden dile büyük farklılıklar gösterdiklerine göre, değişik dil sistemlerine sahip topluluklarda, düşünce ve algılama tarzları olarak temelden farklı dünya görüşleri geçerlik kazanmıştır (Fearing, 1954).

...Dolayısıyla, yeni bir görecilik anlayışı gerekirliği ile karşı karşıyayız. Buna göre, aynı fiziksel veriler, dil artyetişimleri birbirinden farklı olan, yada aralarında dil uyuşumu sağlanmamış olan gözlemciler tarafından farklı şekillerde algılanacak, evren değişik görünümlere bürünecektir. ... Çevremizdeki olay ve olguların sınıflamasını ...kafamızdaki dil dizgesi çerçevesinde gerçekleştiririz. Doğayı buna göre kesip biçer, bir kavramlar sınıflaması getiririz -- sonra da bu görüntüden birtakım anlamlar çıkardığımızı sanırız. Oysa, çevremizi bu şekilde görmek ve yorumlamak üzere varılmış bir kültür sözleşmesine tarafızdır. Yoksa Doğa, herkesin bu şekilde görmesi için, kendisini bizim gördüğümüze uyacak biçimde kesip biçmiş değildir (Whorf, 1952).

Örnekse, Hint-Avrupa dillerindeki ana gramer birimleri isimler, sıfatlar, fiillerdir. Cümle kurarken bu temel birimler biraraya getirilir. İşte, felsefedeki töz (cevher) ve görünüm ayrımından, fizikteki madde ve güc, kütle ve enerji karşıtlıklarına kadar Batı düşüncesinin de temel özelliği, varlıkların öz'üne ilişkin bir kavramdır. Bu özün görünümlerinden yada etken veya edilgen davranışlarından ayrımlanması, Batı düşüncesinin çıkış noktasıdır.

Oysa, NOOTKA (Vancouver adası) yada HOPİ kızılderililerinin dillerinde, sözcük sınıfları yada birbirinden ayırdedilmesi gereken özne ve eylem gibi kavramlar sözkonusu değildir. Bu dillerde olaylar bir bütün olarak belirtilmektedir. Bizim, "Bir ışık parladı", yahut "0, (belirsiz, kafamızda kurguladığımız bir varlık) parladı" dediğimiz yerde, Hopiler tek kavramla yetiniyorlar: "Parlaklık (oldu) ". (01)

Böyle dillere matematiksel mantık yöntemlerinin uygulanması ilgi çekici sonuçlar ortaya koyabilir. Acaba Nootka ve Hopi dillerindeki cümleler, bildiğimiz mantık gösterimleriyle ifade edilebilir mi? Belki bu gösterimlerin kendisi de Hint-Avrupa dillerinin kalıplaşmış şekilleri olmaktan öte gitmiyor. Bu önemli konunun şimdiye değin yeterince araştırılmamış olduğu görülüyor.

Hint-Avrupa dilleri, zaman kavramını önplâna alır. Whorf'a göre bu durum, dil ve kültür arasındaki karşılıklı "alış-veriş" dolayısıyla, bu dillerin konuşulduğu topluluklarda tarih kayıtlarının, "hatıra" defterlerinin tutulmasına; muhasebe amacına dönük bir matematik anlayışına; takvim, saat, kronoloji, fizik bilimindeki zaman kavramının vurgulanmasına; tarihçiliğe, arkeolojiye ve genel olarak geçmişe duyulan ilginin asıl nedenidir. Bu yaklaşımı, Spengler'in Batı'nın dünya görüşünde zaman kavramının merkezi bir rol oynadığına ilişkin görüşleriyle birlikte gözden geçirebiliriz. Spengler de, farklı bir açıdan da olsa, yine aynı sonuca ulaşmıştır.

Ne var ki, bizim için kanıtlanması gereksiz bir gerçeklik niteliği taşıyan "geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman" ayrımı Hopi dilinde gözetilmemektedir. Bu dilde fiillerin zaman kipleri yoktur. Bunun yerine cümlelerde, herhangi bir bildirimin geçerlik derecesinin belirlenmesiyle yetinilmektedir: Sözkonusu eylem gerçek midir? Bir beklenti midir? Yoksa alışılmış davranışları, genel kuralları mı anlatmaktadır? Hopi dilinde, "koşmakta", "koşuyor", "koştu" arasında fark gözetilmez. Her üçü de wari sözcüğü ile anlatılır. Yani, "koşmak gerçek olmak"... Beklentiler ise warinki ile dile getirilir: "Bence, koşmak olmak". Bu ileti, "koşacak, koşacaktı, koşmalıydı" kavramlarını karşılar. Buna karşılık, eğer cümle genel bir kuraldan, bir "yasa"dan söz ediyorsa, bu kez warikngwe ("koşmak olmak, bu özelliği genel olarak bilindiği üzere") anlatımı kullanılır. (La Barre, 1954: 197). Hopilerde, "Evrende herşeyin eşit hızda, bir gelecekten, şimdiki zaman aracılığıyla, geçmişe doğru aktığı düzenli bir süreklilik şeklinde genel bir zaman kavramı yada bilinci görmüyoruz" (Whorf, 1932: 67). Bizdeki zaman ve uzam (mekan) sınıflamaları yerine, Hopiler geçmiş ve şimdiki zaman arasında bir ayrım gözetmeksizin, "besbelli olan" (yani duyularımızla belirlenenler) ile "kesin olmayan" (yani gelecekte gerçekleşebileceği beklenen veya zihninizde kurguladığımız) şeyleri ayırdederler.

Zaman kipleri Navaho dilinde de çok sınırlı bir gelişme göstermiştir (bkn., Kluckhohn ve Leighton, 1951). Bu dilin cümlelerinde eylemin türü vurgulanarak, süreklilik, bitirilmişlik, yinelenme, uzamda (mekanda) gezici olma, tercihli olma, bölümlü olma, geçici olma, bir anlık olma, gelişmekte olma, yada eylemi yaptıran gücün niteliği gibi bakımlardan ayrımlar belirtilir. İngilizce'de (ve genel olarak Hint-Avrupa dillerinde) zaman kavramının önplânda olmasına karşılık, Hopi dilinde eylemin gerçeklik derecesi, Navaho dilinde ise (Prof. Kluckhohn'dan edindiğim bilgiye göre) eylemin türü önde gelmektedir demektir.

Whorf, şu soruyu sormakta, ve soruyu yanıtlamaktadır:

Fakat acaba bu taban üzerinde oluşturulacak, yani denklemlerinde Z (zaman) değeri bulunmayacak bir fizik bilimi düşünülebilir mi? Görebildiğim kadarıyla, bu pekala olanaklıdır. Yalnız, farklı bir dünya görüşüne ve belki de farklı bir matematik dizgesine gereksinim duyulacaktır. Bu arada H (hız) kavramından da vazgeçmek gereği doğacaktır (1952:7).

Zaman kavramı bulunmayan bir fizik bilimi için gerçek yaşamdan bir örnek tanıdığımızı, yeri gelmişken hemen belirtelim. Bu, Eski Yunan'ın statik fiziğidir. Bizim için şimdi daha geniş bir bilim dizgesinin, zamanın sonsuza vardırılarak denklemlerden çıkartıldığı dinamik fizik biliminin bir bölümüdür.

Uzam (mekan) konusuna gelince, Hint-Avrupa dillerinde uzama ilişkin olmayan kavramlar da çoğu zaman uzam bağlantılı mecazlar kullanılarak anlatılır: Süre için uzun, kısa; yoğunluk için yüksek, alçak; yönelim için yaklaşmak, yükselmek, alçalmak, gibi. Latince'deki educo, religio, comprehendo gibi anlatımlar da uzam bağlantılı mecazlardır. Yada belki, "fiziksel varlığımızdan esinlenen kavramlar" demek daha doğru olacaktır: yöneterek götürmek, olduğu yere bağlamak, yakalamak, vb. (02)

Hopi dilindeki durum bundan farklıdır. Burada daha çok fizik dünyanın psikolojik mecazlar kullanılarak adlandırıldığını görürüz. Örneğin, Hopi dilindeki "yürek" sözcüğü, "düşünmek" yada "hatırlamak" anlamına bir kökten türetilmiştir. Whorf'un da belirttiği gibi, Hopi dilini konuşanlar, evrende gözlemlenebilir olayları, pratik ve gözlemci yoldan doğru biçimde tanımlamak ve açıklamak gücünden yoksun değildir. Ancak onların başvurdukları fizikötesi anlayış farklıdır ve mistik anlamdaki bütünleşme kavrayışına yaklaşan ruhçu (animistik) ve yaşamsalca (vitalistik) bir düşünme biçimidir.

Dolayısıyla Whorf şöyle demektedir: "Newton sistemindeki uzam, zaman ve madde kavramları sezgilerden ileri gelmiyor. Bunlar kültür ve dilden gelmişlerdir" (1952: 40):

Nasıl ki uzam ilişkilerinin Öklit geometrisi dışında sonsuz sayıda başka dizgeler de kullanılarak aynı yeterlikte tanımını yapmak olanaklıysa, evrenin bizim alıştığımız zaman ve uzam karşıtlığı kavramlarına yer vermeyen, fakat herbirisi aynı ölçülerde geçerlik taşıyan, farklı tanımlarına ulaşmak da söz-konusu olabilir. İşte, çağımız fiziğinin savunduğu göreci bakış açısı matematiksel terimlere çevrilmiş bu tür bir görüştür, Hopi weltanschauung'u bir diğeridir. Matematiksel değil, dil kökenlidir (1952: 67).

Düşüncemizin yapısına işlemiş olan mekanistik akıl yürütme tarzımızın, çağımızdakı bilimsel gelişmelerle çatışmaya düşmesi, dilimizden gelen belirli sınıflama alışkanlıklarımızın bir sonucudur. Whorf, dillerin birer dizge olarak çeşitliliğinden yana kazanılacak sezgi gücünün, bilimsel kavramlarımızı yeniden değerlendirmemize yardımcı olacağı görüşündeydi.

Aynı görüşü paylaşan La Barre, heyecanlı bir üslûpla şöyle dernektedir (1954: 301 ):

Felsefecilerin sözünü ettiği şekliyle nesnelerin tözü ve görünümleri ayrımı, şaşılacak ölçüde Hint-Avrupa dillerinin isimler ve niteliyenleri sınıflamasını andırıyor. ...Çağdaş bilimin bulguları, Kant'ın sözünü ettiği zaman ve uzam ikilisinin (bunlar olmaksızın, bizler hiçbirşeyi algılayamayız) "çifte gözlük" olduğu, aslında bir yanda Hint-Avrupa dillerindeki zaman kiplerinden, öte yandan görme duyumuzun biyolojik yapısı ve vücudumuzdaki kas etkinlikleriyle bağlaşık yaşam süreçlerimizden ileri gelip gelmediği sorusunu gündeme getirmektedir. Bu ikincisini kısaca Einstein'in formülündeki ışık değişmez değeri "c" ile anlatabiliriz sanıyorum. Fakat unutulmamalıdır ki E=mc2 eşitliği de, Hint-Avrupa dillerinin yapısal özelliklerine göre biçimlenmiş bir gerçeklik kavrayışından öte birşey değildir. Bir Hopi, bir Çinli, yada bir Eskimo, kendi gramer alışkanlıkları dolayısıyla, gerçeği algılamakta bütünüyle farklı matematiksel kavramlaştırmalara ulaşabilir.

Whorf'un ele aldığı dil sorunları geçenlerde bir kongrede enine boyuna tartışıldı (bknz. Hoijer ve arkdş., 1954). Konuya burada ayrıntılarıyla girecek değilim. Ancak, Whorf Varsayımı olarak bilinen bu kuramı ne aşırılığa kaçan ne de destekten yoksun bir tez olarak görmediğimi belirtmek isterim. Tam tersine, bilişsel sınıflamalarının dilin örüntüleri tarafından biçimlendirilip koşullandırıldığı savını geliştiren bu tezin, bilişsel süreçlerinin genel incelenmesinde yerini alması gereken bir yaklaşım olduğu görüşündeyim. Bu yaklaşım, kaynakları bakımından felsefeye olduğu kadar, biyolojiye de dayanan çağdaş düşüncemizde güçlü bir akım oluşturmaktadır. Fakat bu ilişkinin henüz yeterince anlaşılmamış olduğuna inanıyorum.

Sorunu genel çerçevede şu biçimiyle ortaya koyabiliriz: Düşünsel sınıflamalarımızın niteliği ne ölçüde biyolojik ve ne ölçüde kültürel etmenlerden kaynaklanmaktadır? Görüleceği gibi, konuyu bu açıdan ele aldığımızda, dilbilim sınırlarının çok ötesine gidilmekte, insanla ilgili kavramlarımızın temel sorunları karşımıza çıkmaktadır.

Bu yöndeki çözgüleme, doruk anlatımını Kant'çı düşünce dizgesinde bulan klasik, mutlakçı dünya görüşünden yola çıkmak durumundadır. Kant'ın tezinde, bütün "rasyonel yaratıklar" için geçerli olan sezgi, uzam, ve zaman biçimleri; töz ve görünümler; neden ve sonuç ilişkileri gibi zihinsel sınıflamalardan söz edilmektedir. Bu sınıflamalar üzerine kurulan bilimin de evrensel geçerliği olacağı savunulmaktadır. Bu öncül (a priori) sınıflar (yani, Öklit'e göre uzam, Newton'a göre zaman, ve ayrıca gerekirci nedensellik ilkesi) temelde klasik mekanik bilimini ortaya koymuştur. Mutlakçı bir bilgi sistemidir. Tüm olay ve olguların, tüm gözlemciler için değişmezliği öne sürülmektedir.

Çağdaş bilimin dünyayı artık bu gözle görmediği bilinen gerçektir. Bu konuda sözü uzatmağa gerek yok sanırım. Öklit geometrisi, aynı ölçüde mantıklı bir yapıya ve yaşama hakkına sahip, olası ve var olan geometri dizgelerinden yalnızca birisidir. Çağdaş bilim, olayları anlatmak için en kestirme, en elverişli zaman/uzam yaklaşımı hangisi ise onun üzerinde karar kılar, kullanır. Bizim için orta boyutlar dünyasında Öklit uzamı ve Newton zamanıyla yeterli ortalama değerlere ulaşabiliyoruz. Ancak uzayın, yada öteki uçta atomlar dünyasının farklı boyutlarında, Öklit geometrisi geçerliğini yitirmektedir. O zaman başka dizgelere, örneğin kuantum fiziğinin çok-boyutlu yaklaşımına başvurmak zorundayız. Görelilik kuramında zaman ve uzam, Minkowski ilkesine göre, dört-boyutlu bir sürekliliğin bir boyutu olarak anlaşılmaktadır. Başlangıç fiziğinin en temel sınıflaması ve günlük yaşantımızın belki de en tartışmasız sayıltısı olan madde kavramı, yerini bütününe yakın bölümü boşluktan oluşan bir uzamda, aralarında kendi iriliklerine göre "astronomik" denilebilecek uzaklıklar bulunan enerji paketçikleri kavramına bırakmıştır. Karşıt sınıflar olarak düşünülen kütle ve enerji 'nin, bilinmeyen bir gerçekliğin değişik yüzleri olduğu, üstelik Einstein'in savunduğu gibi birbirlerine dönüşebildikleri sonucuna ulaşılmıştır. Kısacası, Kant'ın sözde mutlak a priori sınıflarından geriye pek az şey kalmıştır.

Yeri gelmişken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: Bugün bize kanıtlanmasına gerek duyulmayacak ölçüde nâsçı ve mutlakçı görünen Kant, kendi çağında ise nâsçılıkların önde gelen yıkıcısı olarak görülmüştü. Kendi içinde bu örnek bile, dünya görüşümüzün ne denli göreli olduğuna çok anlamlı bir örnektir.

Şimdi bizden yanıt bekleyen soru şudur: Acaba insanın bilişsel düzenini biçimlendiren etmenler nelerdir? Kant'ın düşüncesine göre, bilişsel sınıflamalar bütün rasyonel varlıklar için değişmez görünürken, çağdaş bilimlerde elde edilen gelişmelerle farklı bir sonuca varılmaktadır. Bu anlamda, önceki zamanların ve klasik fiziğin görüşünün yerini bilimsel görecilik almıştır.

Tartışmanın özü ise şu şekliyle ortaya konulabilir: Günlük yaşantımızda olsun, bilimlerde olsun (ki bu ikincisi son çözgülemede birincisinin imbikten geçirilmiş şeklidir), bilgi sınıflamalarımız öncelikle biyolojik etmenlere, ikinci olarak da kültürel etmenlere dayalıdır. Bir üçüncü durum olarak, insan olmanın doğasından ileri gelen bu iki grup etmenin ötesinde, mutlak bilgi bir anlamda olasıdır. Bundan daha ileride söz edeceğiz.

----------------------------------------------------

01. Whorf'un tartışmada ileri sürdüğü bu ve başka örnekler, Whatmough (1955) tarafından eleştirilmiştir: "Brugmann'ın göstermiş olduğu gibi (Syntax des einfachen Satzes, 1925: 17-24), fulget, pluit, tonat, eski yalın ti-kokleridir (isim olarak, "orada şimşek, orada yağmur, orada gökgürültüsü). Whorf, tonat 'ın -- tam bu sözcüğü seçmişti -- yapı ve mantık bakımından Hopi dilinde benzeri bulunmadığını söylerken, bütünüyle yanılıyordu. Nitekim, Hopi dilinde hazırlamak 'ın da, için-çalışmak, üzerinde-işlemek olduğunu söylüyor. Güzel ama, bunun prae-paro 'dan ne farkı vardır? ...Hopi fizik biliminin boşluk, hız ve kütle gibi kavramlar içeremeyeceğini, içerecek olsa da bunların bizimkinden çok farklı kavramlar olacağını savunmak da ayrıca yanlıştır. Hopilerin fizik bilimi yoktur, çünkü Hopilerin deneysel araştırmalara girişmeleri sihir ve tabularla engellenmiştir." Hernekadar bir dilbilimcinin bu konudaki yetkisini saygıyla karşılamamız gerekiyorsa da, Whorf'un konuyu hemen bütünüyle dil etmenlerine dayalı görmesi eleştiriye açık olsa bile, çeşitli uygarlıkların düşünce tarzlarından yana birbirlerinden çok farklı oldukları gerçeğini görmezden gelemeyiz.

01. Lorenz'in (1945), sınıflamaların biyolojik etmenler tarafından biçimlendirildıği noktasında bütünüyle aynı görüşü paylaştığını burada belirtebiliriz: "Dilimizde en yüksek düzeydeki işlemler için kullandığımız sözcükler bile halâ kaynaklarının damgasını taşımaktadırlar. Öyle ki, bunların bir şempanzenin meslek diline benzetilmesi fazla yanlış olmaz. Örnekse, en karmaşık ilişkiler için sezgilerimizi sözkonusu ederiz. Tıpkı, bir maymunun balta girmemiş ormanda yolunu buluşu gibi. Amaca varmakta başvurduğumuz en soyut yollara, yöntem adını vermişizdir. Bununla, "çevresinden doİaşıp geçmek" kavramını dile getiririz. Dokunma duyumuzla algıladığımız uzam, sanki ağaçtan ağaca sıçrama becerisini yitirmiş lemurlardan bu yana, görme yoluyla uzam algılamamıza göre belirli bir öncelik taşımaktadır. Nitekim, bir ilişki 'yi (Zusammenhang) yakalamak (erfasst) için, önce onu tutmamız (begreifen) gereklidir. Ayrıca, nesne kavramı da (Gegenstand, bize karşı duran şey)kaynağını uzamın haptik (haptic) tarzda algılanışından alır. ...Zaman kavramı da, doğru yada yanlış, gözle canlandırılabilir bir uzam modeli üzerine kurulmuştur (s, 344). ...Zaman aslında gözde canlandırılabilmesi asla sözkonusu olamayacak bir kavramdır; fakat bizim düşünce sınıflamalarımızda herzaman için [çünkü bu belki de bizim Batı tarzı düşünce sistemimizden ileri gelen bir önyargı olabilir -- L. von B.] bir uzam-zaman ilişkisi içinde canlandırılabilir hale getirilmiştir. ...Zamanın gidişi, dilde ve kesindir ki kavramlaştırmada, uzam içinde hareket (zamanın akışı) biçiminde simgelenmektedir. Önce ve sonra gibi bildirimlerimiz ve "geçmiş - şimdiki zaman - gelecek zaman" gıbi kavramlaştırmalarımız da, devinimin uzam-zaman içindeki görünümlerinden esinlenmiştir. Bu kavramlarımızın, uzam içinde devinim öğesinden arındırılması olanaksız görünüyor" (s. 351).

Ludwig von Bertalanffy
Çeviren: Yalçın İZBUL

Alıntıdır




Cevapla

“Araştırma Genel Konular” sayfasına dön