Burçların hakikatı var mıdır?

burçlar gerçek midir? burçlar gerçek mi, burçlar ne kadar doğru, burçlar doğru mu, burçların delili

Astroloji ve Burçlarla İlgili Herşey.
Kullanıcı avatarı
cemucer
*Yılan*
*Yılan*
Mesajlar: 139
Yaş: 35
Kayıt: Cmt 08 Tem, 02:50

Okunmamış mesaj gönderen cemucer » Cmt 05 May, 21:04

Psikoloji temelde felsefi bilgi olmakla berebar sinirbilimden kopmuştur. 1800'lu yıllar dogumudur. Wilhem Wunt'un insan davranışlarının içeriği hakkında yazdığı kitabın ilk olduğu iddeası vardır. Şu an ilk adını unuttugum Brentanonun içerik değil de eylemi yorumlaması kişinin yönelmesi, doğrusal ve döngüsel bilmeyi açıklama çabası da başlangıç zamanlarına denk düşmektedir. Örneğin bir şeyi görmek kişi ve gördügü arasında doğrudan hem nesnel hem öznel bir bilme ve doğrusaldır ancak gördüğünü hatınladığını hatırlama döngüseldir. Yönelimselliğin özellikle düşünür Husserl'i etkilediğini ve düşünce dizgesinde büyük bir yeri olduğunu iddeası da vardır.
Düşünmenin nerden doğduğu felsefe tarihinin ana sorunlarından biridir. Ancak felsef serbest çağrışım değil sistemli düşünmedir. Her sistemde kendiiçinde zorunlu ilişkiler kurur. Tez antitez dediğimizde Hegel için sentez zorunludur. Asla seçenek değildir. Descartes "düşünüyorum öyleyse varım" noktasına kuşkuculuğu yöntem olarak kullanarak ulaşmıştır. Kuşkulanmayı ilk zorunlu koşulolarak önüne koyarak kuşkulanamıyacağı yeğane bime anına uyaşmıştır. Bergson, "Paris'in fatoğraflarının toplamı Paris degildir" dediğinde parça bütün ilişkisine dair bir çıkarım yapmış bu koşullama içinde diğer söylüyeceklerine geçmiştir.
Bilimin diktatörlügüne hayır diyen seslerin bir karşılığınında bilimin diktatörlerin elinde anlamında olduğunu yazıkki hepimiz biliyoruz.
Bence felsefe ve bilimin ilişkisi zorunlu bir ilişkidir, muhtaçlık ilişkisi yani
psikoloji kendi sınırları ve birikimi içinde bilim değilse ne olarak kurgulndı anlayamadım. Ayrıca;
Genel olarak Sosyal Bilim( Tarih, Antropoloji, Sosyoloji vs...)'ler grubuna giren Psikoloji, Deneysel Psikoloji alanıyla Pozitif Bilimler'e katagorisine de dahil olmuştur.İsteyen araştırabilir :P


Verecek ışığı olmayan karanlığı sever...


Misafir_Akrep

Okunmamış mesaj gönderen Misafir_Akrep » Pzr 06 May, 23:59

Sen onu bunu boşver de cemucer bana psikolojinin o bahsettiği 'RUH'u madde planında kanıtla ondan sonra gel psikolojinin pozitif bilim olup olmadığın tartışalım..

SERÇE
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 628
Yaş: 53
Kayıt: Sal 16 May, 18:37

Okunmamış mesaj gönderen SERÇE » Çrş 09 May, 12:18

Bir akrep burcu olmakla beraber, akrep erkeği ile karşılaştığımda telaşlanırım, babamdan bilirim zor insanlarsınız kabul edin.
Yaprak titrese hissedersiniz, hissedersiniz de bu titremelere fazla prim vermekten, asıl konudan uzaklaşırsınız, bu karışıklığınızın ülkemize de yansıdığı aşikar.
Formu okumak hayli vakit aldı. Üstelik bir kaç kere okudum.
Bakıyorum; Sevgili Efe verdiği bilgilerle beni atomu incelemeye kadar sevketti
Sevgili Effendy yazdıkları ile fikirlerimi baştan düşünmem yönünde yol açtı.
Diğer arkadaşları burada anlatmak istediğim konu dışı tutuyorum. Lütfen alınmasınlar.
Bu form bana çok şey katmakla beraber formun içeriği ile ilgili fikirlerim önemini yitirdi. Sizler hepiniz birer değersiniz usluplarınız ve yargılarınız, anlatmak istediklerinizin önüne geçmemeli. Ki ; bizler faydalanalım. Ben şahsen sizlerden çok şeyler feyzleniyorum ve devam edeceğim, sitemizin diğer üyelerininde böyle hissettiğini düşünüyorum. Sevgilerimle.
En son SERÇE tarafından Çrş 09 May, 16:19 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

aleyna1
Mesajlar: 14
Yaş: 45
Kayıt: Çrş 09 May, 12:40

Okunmamış mesaj gönderen aleyna1 » Çrş 09 May, 13:51

çok güzel ve ilgi çekici konular var arkadaşlar çok güzel bilgi vermişler ama neden bu kadar birbirinize öfkelisiniz anlam veremedim. tartışmanızın yoğunlaştığı yerde okumak sıkıcı oldu. herkes kendi düşüncesini diğerine kabul ettirmeye çalışmış.

Misafir_Akrep

Okunmamış mesaj gönderen Misafir_Akrep » Pzt 14 May, 14:03

Merak etmeyin öfkeli değiliz..Sadece doğruları tartışıyoruz ve bunda amaç yıkmak değil yapıcı olmak.. İlgilenen arkadaşlara teşekkür ederim..


Kullanıcı avatarı
EffEndY
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 947
Yaş: 40
Kayıt: Pzr 07 May, 21:44

Okunmamış mesaj gönderen EffEndY » Pzt 14 May, 15:42

Sevgili Serçe her zamanki zerafetiyle hislerini ifade etmiş...

Aslında olayın çıkış noktası, Efe arkadaşımızın benim Cemucer'in alıntıladığı yazıya hitaben sarfettiğim "Burada yazılanlar Astrolojinin ne olduğunu bilememekten kaynaklanıyor." ifadesini kendi üzerine alıp kendini savunma amacıyla bir karşı saldırıya geçmesi oldu. Ben de bunu ilk okuduğumda farketmediğim için, aynen karşılık verdim. Dolayısıyla bir uslup kısırdöngüsü yaşandı. Farkedince de zaten iğneyi biraz da kendime batırıp, o ifadenin hedefi tam da belli olmadığı için, alttan alma misyonunu yüklendim. Burası AkrepPortal, Akreplerin son başvuracağı şey de alttan almaktır; dolayısıyla ara ara olur bunlar, büyütmemek lazım. Çünkü zaten patlamaya hazır yüksek bir enerji sürekli tetikte, bir şey olsa da patlasam diye aranmakta, fırsatı kaçırmaz genelde. Bu tartışmalara bu gözle bakılmasında fayda var.

Ben konuya kaldığım yerden devam edeyim.

Öncelikle Astrolojinin bilim olup olmadığı meselesi; günümüzün maddeci bilim anlayışıyla astrolojinin kavranması mümkün değildir. Sorun astrolojide değil, bu anlayıştadır. Örnek verecek olursam;

Birbirleriyle alakası olmayan ve rast gelmesi mümkün olmayan on farklı insan size gelip "Şurada şu olay" yaşandı dese, sizin orada bu olayın yaşandığına dair en ufak bir şüpheniz kalır mı? Eğer kalıyorsa, bu, paranoyaklık olarak tanımlanan ruh hastalığına işarettir. Dolayısıyla burada ispat gerçekleşmiş demektir. Ancak maddeci bilim anlayışı bunu ispattan saymaz. Benim açımdan şüpheye yer yoksa, ispat gerçekleşmiş demektir. Mesela bu bahsettiğim yöntem hukukta sıklıkla kullanılır ve apaçık delil hükmündedir.

Dolayısıyla eğer ben şimdiye yüzlerce insanın doğum haritasını yorumlamış ve çoğundan da "sen beni benden iyi tanıyorsun" şeklinde tepkiler almışsam, artık benim daha başka bir ispata ihtiyacım yoktur. Bilim astrolojiyi bilimden saymış saymamış, benim pek umrumda olmaz. Benim açımdan bilimdir.

Nedir burada gözardı edilen nokta: SEZGİ. Halbuki sezgi dediğimiz şey şu an dünyada var olan tüm bilimlerin çıkış noktasıdır. Sezgi ile akıl birbirinden bağımsız şeylerdir, ancak ikisinden birinin olmaması bir diğerini de yok edeceği için, birbirlerinden beslendikleri de yadsınamaz bir gerçektir.

Gökcisimlerinin dönüşü, bugünkü bilim anlayışının insan sezgisini körleştirmesinden önceleri oldukça manalı gelmiş insanoğluna. İçlerinden pek duyarsız olanları hariç tutulursa, pek kimsenin aklına gelmemiş, "tesadüf, tabiat kanunu, fizik yasası" gibi son derece açıklayıcı ve fazlaca mantıklı izahlar(!)

Materyalist felsefenin oyuncağı haline gelmiş modern bilimin insanoğluna hayret duygusunu kaybettirmesinden önce, insanoğlu kainatta manalar okurmuş; sezgi diliyle...

Sezgi... Günümüzdeki kadar çok dile düşmemişti o zamanlar. Ama sessizce yaşanır, duyumsanırdı ve hayatın manalandırılmasında birinci dereceden söz sahibiydi. Günümüzdeki gibi hayal ve fantezi değildi, hayatın okunması ve tadına varılmasında temel his merkezimizdi. Ama belki de hor kullanılmasından olacak; güven kaybetti zamanla. Şimdilerde sezgilerimiz, pek önem vermediğimiz bir ruhsal kabiliyetimizdir artık; hayatımızın süsü, oyalanması nevinden işlerde kullandığımız...

Hayatımızın önem verdiğimiz taraflarını ise maddeci akılla değerlendiriyoruz. Çünkü hayatımızın en önem verdiğimiz tarafı maddi ihtiyaçlarımız oldu gün geçtikçe. Oysa beklenen bir şey değildi bu. İnsanoğlu zihinsel gelişimini ileri götürdükçe maddeye hakim olacak, onu hayatının belirleyici bir unsuru olmaktan çıkaracaktı. Ama öyle olmadı; maddenin sırlarına erip, onu hüküm altına alma çabamız, bizi maddeye daha da muhtaç hale getirdi. Çünkü maddeden nasıl yararlanacağımıza dair akılcı ve teknik bilgi, maddeyle aramızdaki hiyerarşiyi unutturacak kadar bürüdü zihnimizi ve bizi manaya karşı körleştirdi.

Bu tatsız gelişmenin hakiki sebebi, hayatımızın en fazla önem verdiğimiz tarafının kainatı ve kendi iç alemimizi okumak, duyumsamak ve sırlarına ermek değil de, "hayatı kazanmak" olmasıydı.

Eğer insanlık tarihini evrimleşme, ilerleme şeklinde yorumlayanlardansanız, aklı bedensel ihtiyaçlarımızın emrinde kullanma konusunda epey ilerleme kaydettiğimiz bir gerçek. Artık insanoğlu ihtiyaçlarının temini için daha az kaba kuvvet, daha fazla zihin faaliyeti sarf ediyor. Bu da insanı kaslarıyla değil, ama sinir sistemiyle çalışan ve sistemin yürütülmesine beyniyle katılan bir düşünce robotu haline getiriyor. Bütün gün bilgisayarının başında oturan, önünden akıp giden harfler ve sayılara odaklanmış; adeta onlarla bütünleşmiş, dikkat ve gerilim halinde çalışan modern insan, akşam eve gelince bir tek şey istiyor; gevşemek...

Gevşemek için maddi bağımlılıklar ve uyuşturucu eğlenceler kullanılır oldu günümüzde, sonra etkili bir dinlenme ile yeni güne hazırlanılır. Bu kısırdöngüye ara verildiği tatillerde de tek istenen şey, çalışma hayatına gerilimden boşalarak zinde dönebilmek için çılgınca eğlenmek, maddi açıdan tatmin olmak, küçük heyecanlar yaşamaktır. Hayatın sırrına, kainat şaheserinin manalar fısıldayan sembolik diline ve iç dünyamızın gizemlerine bir türlü sıra gelmez...

Çoğumuzun hayatı böyle geçip giderken, elbette aramızdan hayatı durdurup incelemek isteyenler de çıkıyor. Hayat koşuşturmasından çıkıp kaba gürültüden uzaklaşınca kendi iç dünyasını dinleme fırsatı bulan kimselerin, iç dünyalarıyla kainat arasındaki olağanüstü uyumu fark etmeleri mümkün oluyor. Günümüz astrologlarının bunları düşünememiş olmamaları beni ırgalamaz. Ben duruşumu onların görüşleri üzerinde belirlemek zorunda değilim.

Aslında kainatın sembolik dili, iç dünyamızın imgeleriyle o kadar uyumlu ki, hayatın şamatasına ne kadar dalmış olsak da, bu olağanüstü uyum üzerinde düşünmekten uzak kalamıyoruz. Gerek Doğuda, gerek Batıda sezgisel kabiliyetlerini değerlendirip, eski bilgilerin sırlı öğretilerinin de rehberliğiyle kainat ile insan arasındaki garip ilişkiyi anlamaya çalışanlar her zaman varolmuş, bugün de bir şekilde varolmaya devam ediyor. İşte gökyüzünün simgesel dili, bu mana açlığına ilginç ipuçları sunmuş.

Gökyüzü ve gök cisimleri, kainatla insan arasındaki esrarlı ilişkinin temel alfabesi yerinde olmuş her zaman. Doğuda ve Batıda insanın kainatı çıkarcı aklıyla değil de manaya susamış gönlüyle okuyup yorumlamasına dair hiçbir öğreti yoktur ki, gökyüzüne bigane kalmış olsun. Aksine insanın kendini yeryüzünde bulmasının esrarına dair açıklamaların hepsinde belirgin bir "gökyüzü unsuru" var.
BİLİNÇALTINI HAPSET ki O SENİ HAPSETMESİN;
İÇGÜDÜLERİNE HAKİM OL ki ONLAR SANA HAKİM OLMASIN!!!

Kullanıcı avatarı
EffEndY
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 947
Yaş: 40
Kayıt: Pzr 07 May, 21:44

Okunmamış mesaj gönderen EffEndY » Pzt 14 May, 16:47

Bu genel analizden sonra şimdi de astrolojinin nasıl bir dile sahip olduğu konusunda zihin jimnastiği yapmak isteyenlere bir çıkış noktası olması açısından yukarıda sorduklarımın dışında ilk aklıma gelenleri sıralayayım, hem de günümüzün bilimsel kabulleri ışığında...

* Yükselen burcumuzla fiziksel özelliklerimiz arasındaki bağlantı artık inkar edilemez bir gerçekken, bunun "bilimsel" olarak kanıtlanabilirliği de mümkünken(belki de çoktan kanıtlanmıştır) ve fiziksel özelliklerimiz genlerimizde kayıtlıken, bu genler de biz doğduğumuzda değil de spermin yumurtayı döllediği anda oluşuyorken ve sıradışı durumlar haricinde(Örn: Mutasyon) bu genlerde ana karnında herhangi bir değişiklik olmazken, doğum anını yücelten bilimsel hiçbir olgu yokken, yani doğduğumuz an ile doğmadan on dakika önce genlerimizde herhangi bir fark mevcut değilken, doğduğumuz anı baz alarak tespit edebildiğimiz yükselen burcumuz bir sembol, bir temsil değil de nedir?

* Aslında astrolojideki "ev olgusu" bile ışın konusunu çürütmek için yeterlidir. Çünkü evlerin başlangıç noktası olan 1. Ev, yani yükselen burç herhangi bir gezegensel ya da yıldızsal etki değildir. Sadece bulunduğunuz yerde Güneş'in doğduğu noktadır. Bu nokta dünyanın kendi etrafında dönmesiyle hareket ederken, burçlardaki yolculuğunu da gerçekleştirmiş olur. Işın iddialarında bulunanların, gökyüzünün on ikiye bölünmüş sanal çizgilerini temsil eden burçların da ışın gönderdiklerini kabul etmesi gerekir ki, bu akla aykırı.

* Mars ötesindeki gezegenlerin bulunduğu burçlar, bizim doğduğumuz anda değil de doğduğumuz andan sonra toplum kanalıyla edineceklerimizi sembolize ederken(burada sembolize etmekten başka bir ifade kullanmam mümkün değil, çünkü doğduğumuz andaki herhangi bir gösterge, bizim doğduktan sonraki kazanımlarımızı işaret ediyorsa, bunun adı "temsil etmek"ten başka bir şey olamaz), yani doğduğumuz anda bu niteliklere sahip değilken, gezegenlerin kişiliğimizi biz doğduğumuz anda yansıttıkları ışınlarla oluşturduğu nasıl iddia edilebilir. (Ek Bilgi: Uranüs-kollektif bilinçaltı; Neptün-evrensel bilinç; Plüton-kollektif bilinç). Bunlar içine doğduğumuz toplumun bizde oluşturacakları bilinçaltı ve bilinç yapılarıdır. Tüm bunlar biliniyorken, astrolojinin dili sembolik değil de nedir?

* Deniyor ki, Astrolojinin merkezi Güneş iken, astrolojiye hayat veren Güneş iken ve tüm kavramlar Güneş ile şekilleniyorken(Örn: Buçların nitelikleri[öncü, sabit, değişken] Güneş ile oluşan mevsimlerle ilişkilidir.), Güneşin gönderdikleri ışınlarla bunu açıklayamaz mıyız. Hayır, açıklayamayız. Çünkü Güneşin ışınları ona maruz kaldığınız sürece etkilidir. Siz hiç "Güneşin zararlı ışınlarından korunmak için geceleri de dışarı çıkmayın" şeklinde bir ifadeye rastladınız mı? Ancak atıyorum, gene 1 Nisan gecesi doğan insan da Koç burcu nitelikleri taşımakta, herhangi bir ışına maruz kalmamasına rağmen. Şimdi denebilir ki, Güneşin ışınları bir şekilde ulaşmaktadır. Hayır doğrudan ulaşmamaktadır. Mesela yatsı ezanının okunduğu an ile sabah ezanının okunduğu an arasında bulunduğunuz noktada aydınlık açısından en ufak bir fark bulunmamaktadır; zifiri karanlık... Ancak bu süreçte ufuk noktası kabaca 4 burç değiştirmektedir. Bunu tüm diğer gezegenlere ve evrendeki tüm yıldızlara da uyarlayabilirsiniz.

Sonuç olarak bu tespitler ışığında astrolojinin sembolik bir dile sahip olması inkar edilemez. Semboller de onları koyan birinin mevcudiyetini gerektireceğinden, doğrudan Yaratıcı'yı işaret eder. Yaratıcı'nın varlığını kabul etmek istemeyen kör akıllara, elbette bu bulguları kabul etmek de zor gelecektir. Çünkü bu, köklü bir dönüşümü ve şimdiye kadarki yaşam felsefesini kökten yıkmasını gerektireceğinden, cesaret ister. İnsanoğlu şüphesiz Hz. Adem'den bu yana korkaklığından ve kibrinden ötürü önünde apaçık duran gerçeği de inkar etmekten ve kendisini zihninin karanlığına saplamaktan geri durmamıştır.

Bir diğer sonuçsa, astrolojiye günümüzün maddeci kabulleri ışığında bir kanıt aramanın kanımca boş bir uğraş olmasıdır. Sembollere maddeyle nasıl kanıt bulunabilir ki?
BİLİNÇALTINI HAPSET ki O SENİ HAPSETMESİN;
İÇGÜDÜLERİNE HAKİM OL ki ONLAR SANA HAKİM OLMASIN!!!

Misafir_Akrep

Okunmamış mesaj gönderen Misafir_Akrep » Pzt 14 May, 17:50

Peki sevgili effendy, dünyada var olan her şey ve gerçekleşen tüm olaylar sence hangi etkiler altında kalıyor da her şey için bir karakter ortaya çıkıyor ve biz bu etkileri nasıl sınıflandırabiliyoruz ateş,su,hava ve toprak diye?

Yani astrolojik yorumlar ilhamını nereden alıyor? Böyle geçmiş insanlardan bu yana toplanagelen istatistik bilgi birikimi mi var yoksa? Ya da nedir sence bu bilgiyi astroloji nerden alıyor? Mesela benim duygu burcumun Boğa'da olmasından dolayı bazı özelliklerimin sayıp dökerken bu varsayımlara nereden varıyor?

Ayrıca matematik de bir sembol bilimidir ve maddesel kanıtları yoktur ama soyut olarak kanıtlanabilir ve sağlaması yapılabilir özellikte olan..Ayrıca dil de bir sembol bilimidir?

"Astroloji Sembol bilimidir.." derken neyi savunmaktasın hala anlamış değilim?

Kullanıcı avatarı
EffEndY
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 947
Yaş: 40
Kayıt: Pzr 07 May, 21:44

Okunmamış mesaj gönderen EffEndY » Pzt 14 May, 21:11

yalnızefe yazdı:Peki sevgili effendy, dünyada var olan her şey ve gerçekleşen tüm olaylar sence hangi etkiler altında kalıyor da her şey için bir karakter ortaya çıkıyor ve biz bu etkileri nasıl sınıflandırabiliyoruz ateş,su,hava ve toprak diye?

Yani astrolojik yorumlar ilhamını nereden alıyor? Böyle geçmiş insanlardan bu yana toplanagelen istatistik bilgi birikimi mi var yoksa? Ya da nedir sence bu bilgiyi astroloji nerden alıyor? Mesela benim duygu burcumun Boğa'da olmasından dolayı bazı özelliklerimin sayıp dökerken bu varsayımlara nereden varıyor?

Ayrıca matematik de bir sembol bilimidir ve maddesel kanıtları yoktur ama soyut olarak kanıtlanabilir ve sağlaması yapılabilir özellikte olan..Ayrıca dil de bir sembol bilimidir?

"Astroloji Sembol bilimidir.." derken neyi savunmaktasın hala anlamış değilim?
Efe, öncelikle yazacaklarımı sana bir cevap olarak algılamaz isen sevinirim. Sadece sordukların ışığında genel bir anlatım kullanacağım.


Bana astrolojiyi en kısa ve öz nasıl tarif edersin diye sorsalar, "Astroloji bir aynadır" derim. Astrolojinin bir sembol bilimi olduğunu ifade ederken kastım da; gök cisimleri ve bulundukları konum ile taşıdığımız davranış biçimleri arasında ya da yeryüzünde meydana gelenler arasında bir etkileşim değil, sadece ve sadece bir bağlantının bulunması. Yani doğum haritasından yola çıkacak olursak, haritamızın sahip olduğu sembolik dil ve bunun karşılıkları sonucu biz bu davranış biçimine sahip değiliz. Bizim bu davranış biçimlerine sahip olmamızın sebepleri ayrıdır ve türlü türlü şeylerdir; bunları burada sıralamak epey zor. Bir kısmına yukarıda değinmiştim zaten. Haritamız sadece bize bunların ne olduğunu, niteliklerini gösteren bir aynadır.

Astrolojiyi yargılarken bakkal hesabından kurtulup, onu insan kültürü içinde değerlendirmeliyiz. Matematiğin eli ayağı sayılan cebir, sembolleri birbirleriyle ilişkilendirir. Tıpkı astrolojinin sembolik elementleri(gezegenler, burçlar ve evler) birbirine göre sınıflandırması gibi. Böylece astrolojinin yaşamsal nitelikleri birbirine bağlayan bir cebir olduğunu anlarız. Astroloji hayatın cebiridir.

Yanılgı astrolojinin bir bilim sayılıp sayılmayacağı noktasında başlar. Amaç, astrolojinin bilimselleştirilmesi olmamalı. Astroloji şu anki bilimin kavrayış sınırlarının dışında kalır. Astrolojinin bir dil olduğu düşünülürse, farklı kültürel ortamlarda farklı astrolojilerin geliştiğini görürüz(Örn: Çin astrolojisi). Bir semboller evreni olan dil, arkasındaki birikimle gelişirken ne doğru ne de yanlış diye yargılanabilir. Eğer şu anki astrolojinin eksikleri varsa, bu onun yanlış olduğu anlamına gelmez. Astroloji insanla birlikte gelişecektir. Hayatın bilinmezliğinden kurtulmadıkça, astroloji de bir dil, bir sanat olarak kalmaya devam eder. Bilimin yapacağı tek şey astrolojiyi temelinden kavrayacak ve onu sağlamlaştıracak bir yaklaşım içinde olmaktır. Gerçek astroloji insanı kendine yansıtan bir aynadır ve insanı insan kılan merak duygusu var olduğu sürece astroloji de var oluşunu sürdürecektir.

Dolayısıyla buradan bakıldığında, astroloji ile matematik ve dil arasında gelişimi ve birikimi bakımından çok yakın benzerlikler vardır. Ancak astrolojide bunlara ek olarak gözlem de vardır(Bu, hem fiziksel, hem zihinsel, hem de ruhsal gözlem olarak anlaşılmalı). Astroloji de tıpkı matematik ve dil gibi insan eseridir, astrolojiyi bizler oluşturuyoruz. Ancak burada bir matematikçinin şu sorusunu da hatırlatmam gerekiyor: "Acaba matematiği biz mi oluşturuyoruz, yoksa varolanı mı keşfediyoruz?". Eğer bana soracak olursan, varolanı keşfediyoruz, tıpkı kimya, fizik gibi diğer pozitif bilimlerde olduğu gibi. Sadece bu keşiflerin tarzları farklı.

Astrolojinin temel savının zamanın herhangi bir anında meydana gelen bir olayın, bir başlangıcın, kısacası doğumun, o anın özelliklerini taşıması, üzerine alması olduğunu görürüz. Buradaki anahtar söz: "O anın özellikleri". Bu bizi gök haritası denen semboller kümesine götürür. Başka bir deyişle, sözünü ettiğimiz "özellikler" kendisini harita üzerinde gösterir. Tıpkı basit bir matematik fonksiyonu gibi. Örneğin, bu fonksiyonun ismi astrolojinin A'sı olsun.
A(zaman, yer)=olay
A fonksiyonu burada öyle bir yapıya sahip ki, her farklı zaman ve yere karşılık ayrı bir olay karşımıza çıkar. İşte bu noktada "eşzamanlılık" dediğimiz kavramın alanına girmiş oluyoruz. Astroloji bize olaylar ve zaman arasındaki bire bir bağlantıyı gösterirken, olayların rastgele gelişmediğini, gök haritası dediğimiz semboller kümesiyle açıklanabileceğini savunuyor. Zamanın her anının kendince özgü bir niteliği olduğunu söylüyor. Astrolojinin ikinci değişkeninin, yani yerin önemini kestirmek de güç değil. Örnek olarak Kars ve İstanbul alalım. Kars'ta Güneş doğduğu anda, İstanbul'da henüz Güneş doğmamış olacaktır. Dolayısıyla aynı ana ait olmalarına rağmen, iki farklı gökyüzü pozisyonu nedeniyle iki farklı gök haritası elde edilecektir.

Astrolojiye ilişkin bir yanlış anlama da, burçların birbirlerinden daha iyi olup olmadığıyla ilgili. Diğer bir yanılgı ise astrolojinin insanı mutlak bir biçimde tanımlayıp tanımlamadığıdır. Unutmamalıyız ki, astrolojiyi yaratan bizleriz. Biz değişip geliştikçe astrolojik semboller de zenginleşir. Hiçbir gök haritası tek başına her şeyi açıklama gücüne sahip olamaz. Gök haritasına anlam veren biz olduğumuza göre kendimizde yeni gelişmeler bulmadıkça bunu gök haritasının kendisinden bekleyemeyiz. Ayrıca astrolojiyi belirli bir felsefenin ya da dogmanın içine hapsettiğimiz anda onun tüm esnekliğini yitirdiğini görürüz. "Gelişimci astroloji" hiçbir ideolojinin malı olamaz. Astroloji bütün bunların üzerinde, bizi bize yansıtan objektif bir ayna olmalıdır. Bütün bu savları gerçekleştirdiğimiz oranda astroloji pozitif katkısı olan, asla fal düzeyinde değerlendirilmemesi gereken bir temele oturacaktır.


Bir Koç, bir Başaktan nasıl daha iyi kabul edilebilir ki? Akrepler gerçek anlamda kötü mü? Astrolojik sembollere baktığımızda, onların nötr olduklarını görürüz. Burçlar en yakın anlamda davranış biçimlerini gösterirler ve birbirlerinin tamamlayıcılarıdır. Oğlakın disiplini olmadan Yayın hevesi işe yaramayacaktır. Boğa, Koçun başlattığı atılımı pratik alan geçirir. Birinin bile eksikliği o nefis harmoni ve dengeyi bozar. Bana sorarsanız astrolojinin çıkışı, insanoğlunun yaşamdaki mucizevi dengeyi sezmesi olmalı. Bana hep sihirli bir kelime gibi gelmiştir zaten: "DENGE". Tüm bilimler aslında bu dengenin farklı versiyonlarını anlatmakta(Örn: Zooloji; hayvanlar alemindeki denge).

Astrolojik semboller yalın birer adlandırma değillerdir. "Ben bir Kovayım" demek yerine, "Kova oluşumumu gerçekleştiriyorum" demek daha anlamlı ve yerinde olur. Astrolojinin sırrı da işte burada: Gelişmeye tanıklık etmek.


Peki astrolojiyi gerçekten tanıyor muyuz? Bu evrensel dilin içerdiği basit gramerde kurulmuş cümleler her şeyi açıklama cüretini gösteriyor. Savaşlardan politikaya, hatta depremlere kadar uzanan bir alanda, her yerde astroloji var. Ama hangi astroloji? İnsanları doğdukları ana mıhlayan, önceden her şeyin belirlendiği bir plana uyduran yaklaşım mı? Kaotik bir dünyada her şeyin önceden bilinmesi ne kadar iyi olurdu, diyebilirsiniz. Oysa öylesi bir dünya ne kadar sıkıcı olurdu. Neyse ki bütün Akreplerin seksi, bütün Terazilerin kararsız olmaması gibi, astroloji de bize olanca karmaşıklığıyla evrani anlatmaya çalışıyor. Evet, evrensel bir dil astroloji. Burçları, gezegenleri, evleri ve açıları bir araya getiriyor, sayısız cümleler kuruyoruz ve her cümle öncekinden farklı olabiliyor. Statik değil, devamlı devinen, gelişmeye açık bir yanı var astrolojinin. Karanlıkta yarı kör olarak da yaşayabiliriz ama önümüzdekileri daha net görebileceksek bu ışığı neden değerlendirmeyelim? O halde gelişimci bir astrolojiyi savunuyoruz. Bizleri doğumdan ölüme birkaç tanıma sığdırmaya çalışan zorlamalardan kaçındığımız oranda astrolojiyi gerçek yaşamın bir parçası haline getirebiliriz.

Not: Hakan Kırkoğlu'ndan alıntılara başvurulmuştur.
En son EffEndY tarafından Pzr 28 Eki, 15:36 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
BİLİNÇALTINI HAPSET ki O SENİ HAPSETMESİN;
İÇGÜDÜLERİNE HAKİM OL ki ONLAR SANA HAKİM OLMASIN!!!

Kullanıcı avatarı
EffEndY
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 947
Yaş: 40
Kayıt: Pzr 07 May, 21:44

Okunmamış mesaj gönderen EffEndY » Cum 25 May, 01:55

Nedir bu klasik Astroloji ?

R. Hakan Kırkoğlu

Aslına bakarsanız, ben de 1997 öncesine kadar Astroloji'yi yaradandan kopuk, sadece bir psikolojik araç gibi görmekteydim. Sanki günümüz Astrolojisi mükemmeldi ve geçirdiği evrimin en yüksek noktasındaydı diye düşünüyordum. Halbuki 1999 yılından sonra aslında durumun çok daha farklı olduğunu görmeye başladım. İyi, güzel, Astroloji insan hayatında ona yelkenlerini doldurması ve kendini geliştirmesi için ipuçlarını veren bir araçtı, ve Carl Jung'un da analitik psikolojisinde ortaya koyduğu gibi bizler ne tam olarak Freud'un yaklaşımındaki gibi sadece cinsel tatmin peşinde, ne de Adler'in yetersizlik duygusu ardından güç peşinde koşmuyorduk. Bizler kendi bütünlüğümüzü keşfetmek üzere buradaydık, astrolojik haritamızı adeta bir bütünleşme sembolü olarak görürsek çok daha üst seviyede kendimizi gerçekleştirme durumundaydık. Astrolojik semboller Psikoloji terimleri ile bakıldığında bize bu enerjileri ve çocukluktan yaşlılığa geliştirdiğimiz yaşam süreçlerini temsil etmekteydi.

İşte bu ana bakış açısı özellikle 20. yy'ın ikinci yarısındaki Astroloji'nin yönünü de gösterir. Özellikle 80'li yıllara gelindiğinde psikolojik yaklaşım Avrupa'da ve ABD'de tepe noktasına varmıştı. İngiltere'de Liz Greene mitolojik kahramanları ve hikayeleri son derece zengin bir biçimde Astroloji literatürü içine yerleştirdi. Greene hem astrolog hem de psikoterapisttir ve bu iki alanı son derece becerikli biçimde bir araya getirmiştir.

Halbuki Astroloji alanında 90'lı yıllarla birlikte yeni bir tatminsizlik ve arayış ortaya çıkmıştır. Robert Hand, Robert Zoller gibi astrologlar geçmiş Astroloji pratiklerinden ne kadar uzaklaşmış olduğumuzu vurguladılar ve araştırmalarını bu yönde, eski Astroloji metinlerini çevirerek günümüz literatürünü zenginleştirmek çabası içine girdiler. Günümüzde Astroloji'nin sadece psikolojik astroloji gibi ele alındığını sanabilirsiniz. Özellikle ülkemizde her şey biraz geriden, neredeyse 20 yıl öncesinden takip edildiği için Astroloji sanki %100 bir kendini geliştirme, sadece eksileri ve artıları görme, ben bundan nasıl faydalanabilirim gibi hızlı, adeta McDonald's tarzı bir fast food gibi algılanmaya başlandı. Başak burcu deyince aklıma şu geliyor gibi sözlerle eğlendirici tarzda, içinde oyunlar olan ama aslında yüzeysel bir kısır döngü içinde bulduk kendimizi.

Hatta bu sadece psikolojiye dayalı yaklaşım öyle bir noktaya vardı ki Astroloji'nin temel ilkeleri de dejenere olmaya, artık kullanılmamaya başladı. Çok açık bir örnek verirsek, günümüz Astroloji kitaplarının pek çoğunda Kova burcunun yöneticisinin Uranüs, Balık'ın Neptün ve Akrep'inki ise Pluto olarak geçer. Aynı hatayı ben de 1991 yılında yazdığım kitabımda yapmıştım. Aslında bu gezegenler sosyal trendleri ve insanın gelişimindeki evrensel temaları açıklarlar. Uranüs bireyselleşme ve reform, Neptün madde ötesini algılama ve evrenle bütünleşme duygusu ve Pluto ise kendini yenileme arzusu ve kökten değişimle ilgilidir ve bu gezegenler dünya astrolojisinde yani politik, sosyal astrolojide baş rol oyuncularıdır.

Söz konusu gezegenleri bu burçlara ille de yapıştırmak gibi kolaycı bir yol seçildiğinde Astroloji'nin sahip olduğu mükemmel simetri ve denge bozulmuş olduğu gibi aslında yeni ya da modern diyebileceğimiz bir Astroloji değil, tam tersine bir hilkat garibesi, adeta bir Frankenstein yaratmış olduk. Çok daha temelde bir tartışma konusu ise insanın ne kadar özgür olduğu konusuyla ilişkilidir. Psikolojik açıdan bakınca sadece iç dünyamıza dayanarak kendimizi incelemeye alır, düzeltme yoluna gidebiliriz. Halbuki yaşam sadece içsel verilerden, %100 kişisel iradeye dayanan bir gerçeklik sunmuyor bize. Şimdi kendime güveniyorum desek de hayatın bize sunduğu sürprizlere teslim olmamız da gerekir. Bir önceki yazımda da değindiğim gibi ne zaman iradeden bahsedersek, karşımızda kaderin dikiliverdiğini görebiliriz.

İşte klasik Astroloji adını verdiğimiz yönelim Astroloji'nin tarihsel köklerine inmek ve bir kenara atılan pek çok yaklaşımı yeniden değerlendirme üzerinde temellenmekte. Şimdi yeniden Al Biruni'yi, William Lilly'yi ya da Bonatus'u okuma zamanı. Özellikle yaradandan kopmuş, sadece psikoloji oyunlarına yamanmış yüzeysel bir Astroloji yerine felsefesi ve teknikleri ile dejenere olmamış, özüne sadık, psikoloji gibi diğer bir disipline sığınmayan bir Astroloji'nin peşindeyiz. Ben oradayım, sizleri de beklerim.

28.7.2003'te yazıldı.
BİLİNÇALTINI HAPSET ki O SENİ HAPSETMESİN;
İÇGÜDÜLERİNE HAKİM OL ki ONLAR SANA HAKİM OLMASIN!!!

secretplanet
*GriAkrep*
*GriAkrep*
Mesajlar: 334
Yaş: 24
Kayıt: Pzr 12 Ağu, 17:50

Burçlar Ve Yıldızlar Hakkında

Okunmamış mesaj gönderen secretplanet » Prş 30 Ağu, 06:27

Son zamanlarda popülarite kazanan astroloji konusunu işlemek istiyorum. Aslında güzel düşünülüp güzel sebeplere bağlandığında hiç de kötü bir şey değil astroloji. Ama son zamanlarda bu konunun materyalist felsefeye malzeme yapılıyor olması oldukça üzücüdür. Rabbimizin elbette herşeyi bir sebebe bağlaması gibi, yıldız ve gezegen hareketleri de birşeyler anlatıyor mutlaka bizlere.
Ancak ilk anlattığı gerçek, kainattaki bu muhteşem nizamın bir yaratıcısının mevcudiyeti olmalı. Yani Allah’ın var ve bir olduğunun. Fakat herşey bunu gösterirken, insanlar yıldız ve gezegenlere tapar konuma sürüklenebilmekte, halis niyetlerle işe başlansa bile bir zaman sonra bu şuursuz varlıklara uluhiyet yüklenebilmektedir farkında olmadan.
İnsanın, yaratıldığı ilk günden 21. yüzyılın şu yaşadığımız günlerine kadar sürmüş olan en büyük meşguliyeti kendini tanıma çabası olmuştur. Bazı insanlar doğduğunuz gün ve saate göre sizin hayatınızın kısa bir özetini ve karakter özelliklerinizi verebildiklerini iddia ediyorlar. Böylece de bu “ezelden gelen” merakımız sayesinde epey iyi para kazanıyorlar.

Buna sebep olarak da doğduğumuz anda, esas olarak güneşin bulunduğu burç ve diğer bazı burçların ve gezegenlerin konumlarına göre ilgili yıldızlardan bazı ışınların bizi etkilediğini ve özelliklerimizi şekillendirdiğini söylüyorlar. Oldukça da enteresan yaklaşımları var konuya. Meselâ oğlak burcunda olanların keçi gibi inatçı olduğunu ya da yengeç burcundakilerin aynı bu böceğin yürümesi gibi hafifçe yan yürüdüğünü iddia ediyorlar. Bu dediklerimi hemen her astroloji kitabında görebilirsiniz.

Hadi insanları yıldız konumlarına göre tahlil etmek tamam da bu yıldızların oluşturduğu ve sadece bizim açımızdan bakıldığında bazı hayvan vb. şekillere benzetilen takımyıldızların insanlara da bu benzedikleri hayvanın karakterini vermeleri doğrusu pes dedirtiyor. Eğer yıldızlar bizi ışınlarıyla etkiliyorsa, hepimizde en yakın yıldız olan güneşin verdiği karakteristik özelliklerin bulunması gerekiyor. Çünkü eğer güneş ile dünya arasındaki uzaklığı gözünüz ile şu anda okuduğunuz dergi arasındaki mesafe olarak küçültürsek.

En yakın yıldız (Proxima Centauri ) Newyork’ta olacaktır. 40 cm. ötenizde yanan bir ateş varken birilerinin Newyork’ta yaktığı ateşin sizi etkilediğini söyleyebilir misiniz? Kaldı ki 12 burcu oluşturan yıldızlar bahsedilen yıldızdan çok daha uzaktadır. Örneğin yukarıda değindiğimiz en yakın yıldız olan proxima centauri yaklaşık 4 ışık yılı uzaktayken, Başak takım yıldızının en parlak üyesi Spica (alpha virginis) 281 ışık yılı uzaklıktadır. Yani Newyork örneğinden yaklaşık 70 kat daha uzak.! Bunu aynı ölçeğe koymaya kalksak mesafeler yetmiyor ve yine dünyanın dışına, uzaya çıkmak zorunda kalıyoruz... Bu yine de iyi bir örnek.

Bazı burçları oluşturan yıldızların içinde dünyadan binlerce ışık yılı uzakta olanlar bile var. Mesela Kova takımyıldızının en parlak iki üyesi alfa ve beta aquarius (Sadalmelik ve Sadalsuud) sırasıyla 1359 ve 2174 ışıkyılı uzaklıktalar. Bu durumu az önceki örneğe aktarırsak, Newyork’taki ateşi ayın da ötesine taşımak gerekiyor.
İnsanların burçları doğum gününde güneşin dünyaya göre bulunduğu veya geçmekte olduğu takımyıldıza göre belirleniyor. Örneğin her yıl Kasım ayının ilk yarısında güneş Akrep takımyıldızında bulunur ve bu günlerde doğanlar akrep burcuna dahil olarak kabul edilirler. Bu kişilerin özelliklerinin bu takımyıldızın etkisinde olduğu kabul edilir. Ancak büyük bir gerçek vardır. Güneşin bir burçta bulunduğu an aslında o burcun dünyaya en uzak olduğu andır. Çünkü söz konusu burcun dünyaya olan ortalama uzaklığına bir güneş dünya mesafesi daha eklenmiş olur.

Tabii eğer bir de gece doğduysanız güneşin o anda bulunduğu burçtan gelen ışınların dünyanın tüm toprak kaya ve magma tabakasını delerek size ulaşması lâzımdır. Çünkü güneşin bulunduğu burç güneşle birlikte batar ve gece dünyanın öteki tarafında kalır.! Neyse bu duruma da yükselen burç kavramıyla bir çare bulunmuş. Fakat burçları oluşturan yıldızlar arasındaki mesafe çoğu zaman bizim onlara olan uzaklıklarımızdan daha fazla. Bunu şöyle de ifade edebiliriz.

İstanbuldan doğuya bakan bir kişi en yakındaki İzmit ile en uzaktaki Kars ilimiz arasında iki boyutlu ölçekte sadece birkaç metre varmış gibi bir izlenime kapılır ancak arada bin kilometreden fazla mesafe vardır. Biz de uzaya baktığımızda derinliği algılayamıyoruz. Yanyana duran iki yıldızı birbirinin kapı komşusu zannediyoruz. Ancak aralarında binlerce ışıkyılı mesafe olabiliyor.
Belki de biz yakın olan yıldıza komşu zannettiğimiz diğerinden çok daha az uzaklıkta yer alıyoruz. Örneğin Akrep takımyıldızında birbirine çok yakın görünen Antares (Alpha Scorpii) ve Sigma scorpii yıldızları arasında en az 1277 ışık yılı mesafe vardır. Ama bunlardan bize yakın olanı Antares dünyaya 276 ışık yılı uzaklıktadır. Aynı takımyıldıza dahil edilen bu iki yıldızın aralarındaki mesafe bizim yakın olanı ile aramızdaki uzaklıktan 4 kat fazladır. Tabi bunu yeni öğreniyoruz. Daha önce bunların uzaklıklarını hesaplama şansımız yoktu. Ama insanlar binlerce yıldır bunları komşu zannediyordu.

Bir büyük yanlışlık ise geçmişteki şahsiyetlerin burçlarının hesaplanmasında yapılmaktadır. Dünyanın 26000 (yirmi altı bin) yılda bir tamamladığı bir spin (dönme) hareketi vardır ki bu yaklaşık her 2300 (iki bin üç yüz) yılda bir burçların bir kademe ileri kaymasına sebep olur. Yani 1 Ocak 2000 tarihinde doğan bir kişi oğlak burcundadır ama 1 Ocak M.Ö. 300 yılında doğmuş olan başka bir kişi kova burcunda olmak durumundadır. Yani Hz. İsa 25 Aralık M.Ö 1. yılında doğduğunda Güneş Kova burcundaydı. Fakat bu günkü gökyüzünde 25 Aralık 2000 tarihi Oğlak burcuna denk gelmektedir. Siz bu günkü duruma göre hesap yaparsanız geçmiştekilerin burçları yanlış çıkar ve bu konudaki çoğu istatistik bilgi birikimi yanlışlarla dolu olur.


Gezegenlere gelince Güneş yörüngesinde bugüne kadar keşfedilmiş 9 gezegenin en büyüğü olan Jüpiteri ele alırsak bu gezegenin dünyaya ortalama uzaklığı Güneşinkinin yaklaşık 5 katıdır. Güneş dünyadan hacim olarak 1 milyon 300 bin kat daha büyükken Jüpiter, sadece 1300 (bin üçyüz) kat büyüktür. Ayıca Güneş bir yıldız özelliği gösterirken Jüpiter dev bir gaz topudur. Güneşle Jüpiter arasındaki bu 1000 (bin) katlık farka bir de mesafeyi eklememiz gerekiyor. Fizikte ışık ve kütleçekim etkileri uzaklığın karesiyle ters orantılı olarak azalır. Yani Güneşe göre bize 5 kat daha uzak olan Jüpiter boyut farkıyla birlikte eğer bir yıldız dahi olsaydı 25 000 (yirmibeşbin) kat daha az etkili olacaktı üzerimizde. Böylece gezegenlerin en büyüğünün dahi ne kadar önemsiz kaldığı ortaya çıkmış oluyor Güneşin yanında.

Zaten bilimsel olarak kendini ispatlamış olan NASA veya ESA gibi büyük merkezlere bakarsanız ki, buralarda astroloji değil astronomi ilmiyle ilgili binlerce çalışma yürütülüyor; kesinlikle yıldızların veya Güneş sisteminin astrolojik özellikleriyle ilgili birilerini bulamazsınız. Çünkü bahsettiğimiz mesafeler ve özellikler oradaki bilim adamlarınca çok iyi bilindiğinden kimse müspet bilimin üzerinde kavramlarla vakit kaybetmez.

Sonuçta hayatımız üzerinde Rabbimizden başka bir tesir sebebi aramak boşunadır. Gaybı Allah’tan başka bilen olmadığı gibi onun kullarını yaratırken verdiği karakter ve diğer özellikleri de yıldızlardan gelen ışınlara bağlamak da yanlıştır. Dünyada birbirinin eşi iki insan yoktur. Aynı gün, aynı saat, aynı yer ve aynı anneden doğan eş yumurta ikizleri bile çok farklı karakterlere sahip olmaktadır. Kardeşliğin ötesinde bu ikizleri bağlayan genetik yapı da dahil olmak üzere binlerce sebep varken bu ayrılık niye? Eğer karakter ve kaderimize yıldızlar yön verseydi en azından bunun gibi ikizlerin her özelliğinin aynı olması gerekirdi. Ayrıca insana gerçek mânâda karakter ve diğer hissî özelliklerini veren varlık ruhtur. Ruhlarımız ise yıldızlardan önce yaratılmıştır.


Sniper diye bir arkadaş bi sitede yazmış...

Kullanıcı avatarı
EffEndY
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 947
Yaş: 40
Kayıt: Pzr 07 May, 21:44

Okunmamış mesaj gönderen EffEndY » Prş 30 Ağu, 20:39

Giriş mesajıyla hemen hemen aynı olduğu için mesajı buraya taşıdım.

**************

Eğer biz de astrolojiye günümüzün akıl tutulması yaşayan astrologlarının gözünden baksaydık, vay halimize...

Yukarıda sözü edildiği gibi burçların burç kuşaklarında bulunan yıldızlarla uzaktan yakından alakası yoktur. Gökyüzündeki burç alanları, Dünya'nın Güneş'in etrafında dönmesi ile şekillenir; yani sembolik ve sanaldır. Mesela Oğlak burcu sanal çizgisi, Güneş ışınlarının coğrafya derslerinden hatırlayacağımız Oğlak dönencesine dik gelmesiyle başlar. Yengeç burcu da gene aynı şekilde Yengeç dönencesine... Koç burcu, Kuzeyyarımküre'de ilkbaharın gelmesi ile, Terazi burcu da sonbaharın gelmesi ile başlar(İkisinde de Güneş ışınları ekvatoru dik keser). Güneş ile Dünya arasındaki çekilen sanal doğrusal çizgilerle burç alanları oluşmuştur, daha doğrusu insanlık bunu, bunların çeşitli manalara mazhar olduğunu keşfetmiştir.

Sonuç olarak astrolojinin anlamı temsilidir, her sembolün bir şeyi işaret ettiğini insanoğlu sezgi diliyle keşfetmiştir(İshak Aleyhisselam'ın mucizesi olduğu da geçer çeşitli kaynaklarda). Ve bu semboller sadece taşıdığımız karaktere değil, Akrep ya da Yengeç burçlularda bu hayvanlarınkine benzer şekilde yürümeye rastlanacak kadar(Kendimden örnek vermek gerekirse, ayaklarımın çarpık olması, ki yükselen Akrep özelliği olduğunu biliyoruz, yürüyüşümün bir Akrebi andırmasına yol açıyor) hayatın aklınıza gelebilecek her alanına işaret edebilir; doğum öncesi ya da sonrası...
BİLİNÇALTINI HAPSET ki O SENİ HAPSETMESİN;
İÇGÜDÜLERİNE HAKİM OL ki ONLAR SANA HAKİM OLMASIN!!!

Kullanıcı avatarı
EffEndY
*SiyahAkrep*
*SiyahAkrep*
Mesajlar: 947
Yaş: 40
Kayıt: Pzr 07 May, 21:44

Okunmamış mesaj gönderen EffEndY » Prş 06 Eyl, 14:16

Bilincimizin sembolleri

Astroloji hakkındaki en kafa kurcalayıcı sorunlardan birisi onu materyalist bir düzlemde ele almaktan doğar. Bu adeta tuzla reçel yapmaya benzer. Çünkü astroloji içindeki göstergeler gezegenler olsa bile, aslında bilincin yansımasıdır. Anahtar kelime bilinçtir ve bilincimiz nesne ve olaylara bir anlam etiketi yapıştırmadan edemez. Astroloji bize evrende her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve bu bağlantıyı kuranın bilincimizde yattığını anlatır.

Astroloji hermetik bilgilerin bir koludur ve bu bilgiler kadim Mısır ve Mezopotamya kökenli uygarlıklardan günümüze gelmiştir. Mesela yukarıda ne varsa aşağıda da o vardır, hermetik bir ilkedir. Yukarısı bir üst sistem (makro), aşağısı ise üst sistemin içinde yer alan parçalardır. Tıpkı molekül-atom, Güneş Sistemi ve gezegenler gibi. Üst ve alt birbirilerinin yansımasını oluşturur. Aslında her ikisi de farklı dizgeler olsa bile, bu paralellik sembolik boyuttadır.

Örneğin Güneş Sistemi'nin merkezinde Güneş vardır. Güneş, sistemin enerjisini sağlayan ve düzenini bir arada tutan güçtür. Tüm sisteme enerji ve dinamizm getirir. İnsan vücudunda bunun sembolik karşılığı kalptir. Kalp yaşamsaldır, o durursa vücuda kan pompalanamaz ve tüm organlar ölmeye başlar. İşte astrolojinin sembolik düzeyde iki sistemde karşılıklı bağlar ve anlamlar kurması bu basit ama kapsayıcı hermetik ilke içinde gerçekleşir.

Astroloji yanlış biliniyor

Astroloji bir haritadan söz ettiğinde, bu haritanın kime ya da neye ait olduğunu bilmek zorundadır. Doğum anına göre şekillenen bu harita bir bireyin olacağı gibi, bir şirketin, bir ülkenin hatta bir sorunun bile olabilir. Elimize sırf harita alarak semboller üzerinden yorum yapamayız. Ancak haritanın neye ait olduğunu bildiğimizde, bu sembolün nasıl çalıştığını görebiliriz.

O halde astrolojinin içeriğini bilemeyenlerin sık sık içine düştükleri yanlış yargının altını tekrar çizmek gerekiyor. Astroloji, Jüpiter ya da Mars'ın fiziksel etkisinden söz etmiyor, bu gezegenlerin konumlarını yukarıda sözünü ettiğim anlam düzeyinde ele alıyor ve yorumluyor. Evrene sadece materyalist bakış açısı ile, bilinci ve bilincin ürünü olan anlamı göremeden bakan gözler tuzla reçel yapmaya çalışıyorlar desem yanlış olmaz.

R. Hakan Kırkoğlu
BİLİNÇALTINI HAPSET ki O SENİ HAPSETMESİN;
İÇGÜDÜLERİNE HAKİM OL ki ONLAR SANA HAKİM OLMASIN!!!

Kullanıcı avatarı
Akrep
Astroloji Editörü
Astroloji Editörü
Mesajlar: 2306
Yaş: 28
Kayıt: Cum 03 Mar, 20:03

Re: Burçların hakikatı var mıdır?

Okunmamış mesaj gönderen Akrep » Pzt 09 Eki, 15:08

Güzel bir beyin fırtınası olmuş. Sıkılmadan okudum, teşekkürler arkadaşlar.
-Ya Hep Ya Hiç-

"Yayınlanan bazı yazıların kaynakları belirsiz, kaynak bilgisi olanlar lütfen iletin ekleyelim"


Cevapla
  • Benzer Konular
    Cevaplar
    Görüntüleme
    Son mesaj

“Astroloji” sayfasına dön